Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors
Son Haberler
Buradasınız: Anasayfa / Haftanın Yazısı / 1,3 KATRİLYONLUK DAVA 46 BÜROKRATI YAKACAK

1,3 KATRİLYONLUK DAVA 46 BÜROKRATI YAKACAK

2002 yılının Ağustos ayının ikinci yarısında ülkenin önde gelen gazeteleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Türkiye Elektrik Kurumu’nun (TEK) bir kısım bürokratlarının devleti büyük zarara uğrattıkları haberine geniş yer vererek çıktılar.

Ama, haberi 14 Ağustos 2002 tarihinde “1.3 katrilyonluk dava 46 bürokratı yakacak” başlığı ile en geniş şekilde ele alan ise Sabah Gazetesi’ydi

Sabah’ın bu haberle ilgili yayınları izleyen günlerde de tefrika gibi devam etti.

Devletten emekli olup ayrılalı yedi, Enerji Bakanlığından ayrılalı ise nerede ise on yıla yakın zaman geçmişti.

Bir tatil günü sabah keyfi ile gazeteleri açtığımda gördüğüm başlıklar bu ve benzerleri idi. Devletimize ne büyük zarar vermiştik..!

Ben gerçekleri bildiğim için doğal olarak böyle düşünmüyordum. Ancak, o başlığı ve haberlerde isimleri geçenleri gören yurttaşlarımız herhalde benim gibi düşünemezlerdi. Bizi ismen tanıyan ve tanımayan yüzbinlerce kişinin, devleti böylesine zarara uğratan, milletinin hakkını savunamayan bizlere lanetler savurması işten değildi ve böyle düşünenlere de hak vermek gerekirdi.

Ancak, tek hak vermediğim, o dönemin Enerji Bakanlığı’nın ve bu Bakanlığa bağlı TETAŞ isimli kuruluşun bu rezilliği bizlere yaşatan bilgisiz, önyargılı, sorumluluktan kaçan korkak yöneticileriydi.

Kimler yoktu bu devlete 1,3 katrilyon zarar verenler arasında. Müsteşar yardımcıları, genel müdürler, yönetim kurulu üyeleri.

Devletin, devlet memurlarının hukuki sorumluluğu için uyguladığı temel yasal kural, o memurların kusurları ile devletin zararına yol açtıklarının tespitinin yapılmış olmasıdır.

Peki ismi geçen bu kırk altı kişi için bu yapılmış mıydı? Kesinlikle hayır. Kendilerince bir zaman dilimi içerisinde Enerji Bakanlığı ve Türkiye Elektrik Kurumu’nda, bu konuyla ilgili birimlerde görev yapan herkes adeta bir torbaya doldurulur gibi sorumlu isimler olarak belirlenmiş ve bunlar aleyhine herhangi bir kusur tespiti yapılmadan, sanki bir alacak verecek davasının tarafı sayılırcasına hukuk davası açılmıştı.

Nitekim, bizi dava eden Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt A.Ş.’nin Hukuk Müşavirliği kendi Genel Müdürlüğü’ne verdiği, dava açılmasına ilişkin görüşlerini içeren müzekkerelerde müfettiş raporlarına atfen “Anılan raporda, her ne kadar zamanaşımı, bileşik faiz ve temerrüt faizine ilişkin değerlendirmeler ile, haklarında dava açılması istenen kişilerin kusur oranının belirlenmemiş olması, hangi davaların müddeabihinin düşülmesi gerektiğine ilişkin bir belirleme yapılmaması nedenleriyle bazı hukuki tereddütlerimiz bulunmakta” ifadesi de, idarenin, yaptığı işten emin olmadığını, sırf sorumluluktan sıyrılmak içgüdüsüyle nasıl yanlış bir yola saptığını göstermektedir.
Her şey o kadar yanlıştı ki, hangi yanını düzeltecektik ki? Ama ismimiz gazetelerde boy boy yer almıştı. Mahkeme süreci başlamıştı. Neticede dava edilen taraftık. Kendimizi savunmamız gerekiyordu. Bu sinir harbi demekti, para ve zaman demekti. “Akılsız başın cezasını ayaklar çeker” deyiminde olduğu gibi. Bu akılsız eylemin cezasını biz iyi niyetle görev yapanlar çekecekti.

Konu neydi..? Bugün biliyorsunuz, Türkiye’nin tamamında elektrik dağıtım işleri özelleştirilmiş bulunuyor ve bu hizmetler özel şirketlerce yapılıyor.

Bu uygulamanın temeli 1984 yılında çıkarılan 3096 sayılı Kanun’a ve buna Kanun’a dayanılarak çıkarılan Bakanlar Kurulu Kararı mahiyetindeki bir Yönetmeliğe dayanmaktadır.

O tarihlerdeki Hükümet ve Enerji Bakanlığı bürokrasisi konuyu ayrıntılı bir şekilde incelemeden böyle bir devirde dikkat edilecek hususları; o bölgelerde hizmetin nasıl görüleceğini, yatırımların nasıl yapılacağını ve finanse edileceğini, bu şirketlerin hak ve yükümlülüklerini doğru dürüst düzenlemeden, en önemli soruların bile cevabını taşımayan bir mevzuat hazırlayarak kaosun ve çözümsüzlüğün fitilini ateşlemişlerdir.

Bununla yetinmeyerek aceleyle, yangından mal kaçırır gibi İstanbul’un Anadolu yakasını AKTAŞ Elektrik Ticaret A.Ş ‘ye; Kayseri’yi ise Kayseri ve Civarı Elektrik A.Ş.’ye devretmişlerdir.

Denizli ilinin görevlendirme kararnamesi çıkmasına rağmen, her ne hikmetse bu devir yapılmamış, mevcut belirsizlikleri gördükten sonra biz dahil gelen diğer yönetimler de bu devri sonuçlandırmamıştır.

Mevzuat gerçekten anlatılır gibi değildi. Örneğin, yeni kurulan yerleşim bölgelerinin, sanayi sitelerinin en doğal hakları olan ve bir kamu hizmeti sayılan bu hizmetten nasıl yararlanabilecekleri düzenlenmemişti. Yatırımı kim yapacaktı, bu yatırımların finansmanı nasıl sağlanacaktı..?

Devredilen bu bölgeler sabit, statik yerler değildiler ki, sürekli büyüyen, göç alan, yatırım yapılan yerlerdi.

Görev yaptığım dönemde çok büyük bir kooperatif yönetiminin ziyaretlerini hatırlıyorum. Binlerce ev yapılıp tamamlanmıştı. Ancak, elektrik bağlanamıyordu. TEK, AKTAŞ’a gönderiyordu başvuru sahiplerini, AKTAŞ, TEK’e, sonunda bize kadar geldiler.

TEK yetkilileri bu hususun kendi yükümlülükleri arasında olmadığını söylerken, AKTAŞ yetkilileri de “Yatırımı biz yaparsak, bunun finansman masraflarını nerede göstereceğiz” diyorlardı. Mevzuat ise, bu iki teze ne “evet” ne “hayır” diyordu. Olan vatandaşa oluyordu. Hizmet alamıyorlardı.

Bir de “makul temettü” kepazeliği vardı.

Şirketlere koydukları sermaye için “makul bir temettü” ödenecekti. “Makul” izafi bir kavramdı. Kişiden kişiye, zamandan zamana değişebilir. İkincisi, konulan sermaye sabit midir? Yoksa geçen süreyle birlikte bir eskalasyona tabi tutulacak mıdır? Bunların hepsi cevabı açık sorulardı.

Keza, aynı durum “kayıp-kaçak” oranları için de geçerliydi.

Bu düzenlemeleri yapanlar kasten veya bilgisizlik sonucu, çok önemli açık noktalar bırakmışlardı.

Bu davanın açıldığı sırada TETAŞ ile AKTAŞ A.Ş. Kayseri Elektrik arasında sözleşmenin farklı yorumlanması nedeniyle karşılıklı olarak açılmış onu aşkın dava mevcuttu.

Görevli şirketler de kendilerinin alacaklı olduklarını ifade etmekteydiler. Nitekim çok daha sonraları bu davaların toplam sonucu itibariyle görevli şirketlerin alacaklı olduğu tespit edilmiştir.

Ortada içinden çıkılamayan bir mevzuat olduğu, Enerji Bakanlığı ve Türkiye Elektrik Kurumu iç çalışmalarında üzerinde ittifak edilmiş bir konuydu.

Keza, Teftiş Kurulu ve Yüksek Denetleme Kurulu raporları ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu tutanakları da bu hususu teyit eden görüş ve tespitlerle doluydu.

Bu içinden çıkılamaz duruma rağmen, 1990-1996 yılları mahsuplaşmasını yapan Enerji Bakanlığı ve TEAŞ yetkilerinin cezai sorumluluğu talep edilerek bunlar mahkemeye verilmişlerdi.

Sonuç olarak:
– Elektrik dağıtım bölgelerinin özelleştirilmesi ile ilgili mevzuatın en önemli hususları, kasten ihmalle veya bilgisizlikle yoruma, takdire açık bırakılmıştır.

– Hükümetin bu konudaki sıkıntıları dikkate alarak önlem almaması, bir kaos ortamı yaratmıştır. Bu kaos ortamından, bu ortamdan yararlandığı varsayılan görevli şirketler de zarar görmüşlerdir.

– Esas zarar görenler ise, bu belirsizlikten dolayı yaşadıkları yerlerde hizmet alamayan ve aldıkları hizmetin kalitesi artırılamayan bu bölge sakinleri olmuştur.

Bizim idari sistemimiz, gerçeği ve doğruları araştırmak, bunlardan sonuç çıkarmak üzerine kurulu değildir. Bizde esas olan, bir günah keçisi bulmak, onu cezalandırmak, böylece kendini sorumluluktan kurtararak rahatlamak ve kamuoyunu tatmin etmektir.

İşte bu sebepledir ki, kendilerince belirlenen iki tarih arasında Enerji Bakanlığı ve Türkiye Elektrik Kurumunda bu işlerle ilgili görevlerde bulunan herkes peşinen devlete zarar vermiş kabul edilerek bu kişiler kamuoyunun önünde teşhir edilmişlerdir.

Ne var ki, uyguladıkları bu basit mantıkta da hatalar yapmışlardır.

Ben Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı’ydım. Benim üzerimde Müsteşar ve Bakan bulunmaktadır. Bizim kurumumuzun adı “Bakanlık”tır, benim imza attığım veya atmadığım birçok işlem ve tasarruf bu iki makamın onayı veya onay vermemesiyle sonuçlanıyordu. Haydi Bakanı siyasi kişilik olarak ayrı bir kefeye koyalım. Peki sorumlular arasında Müsteşarın bulunmamasının sebebi nedir? Adı üzerinde, ben o kişinin yardımcısıyım. Kaldı ki, benim sorumluluğum cihetine gidilirken hiçbir eylem ve tasarrufumdan da söz edilmiyordu. Tek gerekçe belirlenen tarihlerde o görevde bulunmamdı.

– Dava edilenlerin hiçbirinin kusurları tespit edilmemiştir. Dolayısıyla “Kusur olmayan yerde hukuki sorumluluk da olmaz” prensibi bir yana bırakılmıştır.

– İnceleme o kadar üstünkörüdür ki, bir gün görev yapan da, görev yaptığı kısa süre içinde bu konuda tek bir tasarrufta bulunmayan da davanın muhatabı haline getirilmiştir.

– Bir inceleme, soruşturma yaparken suçlanan, muhatap alınan kişilerin görüşüne başvurmak gereğini de duymamışlardır.

– Kendi özel durumumdan bir örnek vermek gerekirse, ben Türkiye Elektrik Kurumu’nun ne çalışanıydım, ne de muhatabıydım. Enerji Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olarak görev yaptığım dönemle ilgili olarak bu kuruluşun bana hiçbir şekilde tazminat davası açma hakkı ve yetkisi bulunmamaktadır. Çünkü bir Bakanlık yetkilisinin tasarrufundan dolayı zarara uğrayan gerçek ve tüzel kişilerin, bu zararlarını Bakanlıktan talep etmeleri, bu şekilde bir ödeme yükümlülüğü altına giren Bakanlığın ise kusurlarının tespiti halinde kendi mensuplarına rücu etmesi hem Anayasamızın, hem de 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın açık hükmüdür.

Soruşturmayı yapanların böylesine bir cehalet içinde olmasını anlamak mümkün değildi. Ancak, davayı açan idarenin de aynı doğrultuda hareket etmesi ancak sorumluluktan kurtulmak, suçu başkasına atmakla açıklanabilirdi.

– TETAŞ ve görevli şirketler arasında karşılıklı olarak açılmış onlarca dava vardı. Kimin alacaklı kimin borçlu olduğu belli değildi. Nitekim bu davaların çoğu daha sonraları görevli şirketlerin lehine sonuçlanmıştır.

– Dava açıldığı zaman ben Enerji Bakanlığı’ndan ayrılalı neredeyse on yıl geçmişti. Peki bu şirketlerle hesaplaşmak, teknik deyimiyle “mahsuplaşmak” bu kadar kolaydı da niçin davacı yetkililer bunu yapmamışlardır. Tam tersi gözlerini karartıp mahsuplaşma yapanları da mahkemeye vermişlerdi.

Bu dava, canı yanacak denilen kırk altı kişiyi teşhir etmenin yanında çok yüksek miktarlarda dava harcı ve vekâlet ücreti ödenmesine yol açması nedeniyle kendi kurumları için küçümsenmeyecek miktarda zarar da doğurmuştur. Ne yazık ki bu kişilerden bunların hesabı da sorulmamıştır.

Ne gerçeklere, ne hukuka uymayan ön yargılı, bilgisiz, sorumluluktan kaçmak isteyen bir anlayışla bizi günah keçisi ilan etmeye çalıştılar. Tüm davalar lehimize sonuçlandı. Kurumu zarara uğrattılar. Ama esas zararı bize verdiler. Arkadaşlarımızın önemli bir bölümü bu davaların açılmasında imzası olan herkesi hepimizin ayrı ayrı mahkemeye vermesi, böylelikle onların bir değil kırk altı ayrı davayla uğraşmaları yönünde istek ve görüş belirtmişlerse de emeklilik dönemini yaşadığımız şu yorgun yıllarımızda, artık böyle şeylerle uğraşacak ne zamanımız ne de enerjimiz kalmıştı.

Biz onları Allah’a havale ettik.

O.Ertuğrul Önen

Hakkında admin

Türk Dışticaret Vakfı

Cevapla

Scroll To Top