O. Ertuğrul ÖNEN
Transit ticaret, bir ülkenin girişimcisinin 3. bir ülkeden aldığı malı kendi ülkesinden transit geçirerek veya kendi ülkesine ithal edip (reeksport) yahut hiç kendi ülkesine sokmaksızın diğer bir ülkeye satması olarak tanımlanmaktadır.
Günlük söylem ve uygulamalarda transit ticaret, Gümrük Kanunlarında düzenlenen transit rejimi ile karıştırılmaktadır. Oysa, bunlar farklı cereyan eden ve farklı sonuçlar veren faaliyetlerdir.
Ülkemizin transit ticaret kavramı ile tanışması çok eskilere gitmektedir.
6.1.1996 tarihli Resmi Gazete de yayımlanan ve halen yürürlükte olan 95/763 sayılı kararname eki İhracat Rejimi Kararına gelinceye kadar karar metinlerinde ayrı bir madde olarak düzenlenen transit ticaret, örneğin 1978’de yürürlüğe giren İhracat Rejimi Kararının 20. maddesinde; “Kendi kaynaklarımızdan döviz tahsisi suretiyle hariçten satın alınan bir malın transit olarak veya doğrudan doğruya ihracına ilişkin esaslar Maliye Bakanlığının olumlu görüşü alınarak Ticaret Bakanlığınca saptanır.
Kendi kaynaklarımızdan herhangi bir ödemeyi gerektirmeyen uluslararası geleneklere uygun transit işlemleri Gümrük Kanunu hükümlerine tabidir…”
şeklinde düzenlenmiştir. Geçmiş ihracat rejimlerinde de benzer hükümler vardır.
Bu hükümle amaçlanan, Türk girişimcilerinin ülkemizde üretilmeyen mallar üzerinden de dış ticaret yapmalarına bir kapı açmaktır. Diğer bir ifadeyle, Türk girişimcilerini uluslararası ticaret arenasına çıkarmaktır.
1979 yılında yürürlüğe konulan Dışsatımı Düzenleme Kararının 25. maddesinde yukarıda değindiğimiz 20. maddeye bir hüküm daha eklenmiştir.
Buna göre “Kendi kaynaklarımızdan döviz ayrılmaksızın yapılan uluslararası dış satım işlemlerine ilişkin esaslar Ticaret Bakanlığınca yayımlanacak ayrı bir yönetmelikle belirlenir.
Transit ticaret, Özendirme, Yönlendirme ve Geliştirme Kararı ile sağlanan kolaylık ve olanaklardan yararlandırılabilir.”
Transit ticaret kapısı daha da genişletilerek o günün koşullarında Merkez Bankası’ndan döviz tahsisi talep etmeksizin uluslararası ticaret yapacaklar da transit ticaret kapsamına alınmışlardır.
Kontrollü bir döviz rejiminin yürürlükte olduğu ve döviz kıtlığı çekilen bu yıllarda ülkeye getirilecek her döviz kazancının, bir şekilde karaborsanın varlığı da dikkate alınırsa, ancak bir mükâfat karşılığında resmi kayıtlara intikal edebileceği varsayımıyla transit ticaret yoluyla kazanılan dövizlerin ihracat dövizi gibi teşvik önlemlerinden yararlandırılabileceği ön görülmüştür.
Takdir edileceği üzere o günün koşullarında bu amaçla döviz tahsisi pek mümkün olmadığı gibi, uluslararası arenada yapılacak işlerle kazanılan çok kıymetli dövizlerin de resmi kaynaklara aktarılması pek olası değildir.
Bunlar ülkenin mevzuat olarak iyi niyet göstermesine rağmen fiili koşullarının yarattığı engellerdir.
Ancak diğer bir gerçek te, girişimcilerimizin bırakın uluslararası ticareti, henüz dış ticaret açısından bile yeterli bilgi ve deneyime sahip olamadıklarıdır.
Sonuçta, mevzuat fiili durumun ve gerçeklerin ötesinde bir düzenleme ile ortaya çıkmış ancak koşulların elverişsizliği nedeniyle sonuç alamamıştır.
Günümüzde gelişmiş ülkelerin uluslararası ticaret yapan ve buna göre örgütlenen firmalarının dünya hammadde ve ara malları ticaretine egemen olduğunu görmekteyiz.
Örneğin, bir gram kahve, kakao, pamuk, tütün, fındık üretimi olmayan Almanya’nın firmalarının bu alanda öne çıktıklarını ve Almanya ihracat rakamlarına önemli katkılar yaptıklarına tanık olmaktayız.
Uzakdoğu’nun kendileri küçük, ancak ekonomik etkinlikleri büyük iki ülkesinden Hong Kong’un 524 milyar $ olan 2014 yılı ihracatının 508 milyar dolarlık kısmının keza Singapur’un 410 milyar $ olan 2014 yılı ihracatının 194 milyar dolarlık bölümün reeksport olduğu düşünülürse, uluslararası ticaretten pay almanın hangi boyutlara ulaşabileceği daha iyi anlaşılabilir.
Türk Lirasının konvertibl hale gelmesi, ulaşım ve iletişim imkanlarının gelişmesi ve mevzuatta herhangi bir engelin bulunmaması nedeniyle girişimcilerimizin artık uluslararası ticaretten transit ticaret yoluyla daha çok pay almaları için koşullar elverişli hale gelmiştir.
1980’den bu yana firmalarımızın ve çalışanlarının dış ticaret pratiklerinin artması, tecrübe edinmeleri, dünyayı tanımaları, yabancı dil bilirlik sayısının ve düzeyinin gelişme göstermesi ve firmalarımızın artık yurtdışında iş yapar organize olur hale gelmeleri itibariyle, girişimcilerimiz de transit ticaret için daha donanımlı ve hazır duruma gelmişlerdir.
Artık bir garabet haline gelen “Dahilde İşleme Rejimi”nin sanayi yapımızın bütünlüğünü bozacak şekilde istismar eden uygulamaları yerine, dünya uluslararası ticaretinden, üretmeden de pay kapabilmek üzere devletin yol göstericiliğine ve girişimcilerimizin akıl ve cesaretine ihtiyacımız vardır.