Günümüz Türkiye’sinde her gün gündemde yer alan ve çoklukla eleştirilerin, mizahi dokundurmaların hedefi de olan bir kurumdur.
Benim devlette görev yaptığım yıllarda bu güzide kurumun adı DİE, Devlet İstatistik Enstitüsü idi.
Geçmişi Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanan tarihi bir kurumdur. 1891 yılında Merkezi İstatistik Encümeni adıyla faaliyete geçen bu kurum, 26 Şubat 1926’dan itibaren Merkezi İstatistik Dairesi adıyla ve bir cumhuriyet kurumu olarak yoluna devam etmiştir. Ancak, isim değişimi durmamıştır. 1930 yılında istatistik Umum Müdürlüğü adını almış, bilahare 1962 yılında Devlet İstatistik Enstitüsü adıyla varlığını sürdüren kuruma nihayet 18 Kasım 2005 tarihinde Türkiye İstatistik Kurumu adı verilmiş ve halen bu isimle varlığını sürdürmektedir.
İlk Kuruluşundan bu yana taşıdığı isimlerden de çıkarılacağı üzere bu kurumun görevi istatistikle ilgilidir.
Peki bu istatistik denilen şey ne kadar önemlidir ki devlet nerede ise bir buçuk asırdır bu işle uğraşmakta, hatta bu işle uğraşan kurumu sürekli geliştirerek yaşatmaktadır.
İstatistik, kısaca belirli bir amaç için verilerin toplanması, sınıflandırılması, çözümlenmesi ve sonuçlarının yorumlanması esasına dayalı olarak değişik konularda geleceğe ilişkin tahmin yapma, düzenleme ve gözlem ilkelerini kapsayan bir ilimdir.
İstatistiğin tarihçesine baktığımızda kökeninin Latince politikacı anlamına gelen statista kelimesinden geldiği, terimin 19’ncu yüzyılda veri toplama ve sınıflandırma anlamıyla Sir John Sinclair tarafından İngilizceye kazandırıldığı görülür.
Hükümet ve yönetim organları tarafından kullanılacak verilerin sunulmasıdır bu kelime ile ifade edilen hizmetin esas amacı.
Esasen TÜİK’in yetkilerine de bakıldığında “ülkenin ekonomi, sosyal, demografi, kültür, çevre, bilim ve teknolojisi ile gerekli görülen diğer alanlardaki istatistikleri derlemek, değerlendirmek, analiz etmek ve yayımlamak” gibi istatistiğin temelini oluşturan konuların bu kurumun esas amacı olarak öngörüldüğünü görürüz.
Hani ne demişler “Geçmişini bilmeyen geleceğini kuramaz”
İşte bu nedenledir ki bu bilgilerin derlenmesi, sınıflandırılması ve yorumlanması gerek kamu yönetimi, gerek ilgili tüm çevreler için büyük önem taşımaktadır.
Ancak, bu bilgilerin her ne gerekçe ile olursa olsun ilmi yöntemlerden ayrılarak derlenmesi, sınıflandırılması ve yorumlanması hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu şekilde derlenen bilgiler geleceğe ışık tutamaz, doğru kararlara dayanak olamaz.
Bu itibarla İstatistik kurumları hiçbir baskı altında olmayacak şekilde bağımsız bir yapıda çalışmalıdırlar.
Benim görevde olduğum yıllarda Devlet İstatistik Enstitüsü Başbakanlığa bağlı olarak çalışırdı. Kimsenin bu kurumun görevine müdahale etmek aklının köşesinden geçmezdi. Bazıları arkadaşım da olan bu kurumun başkanları görevlerini titizlik ve özenle yaparlardı. Dolayısıyla tüm ilgili çevrelerin kurumun açıkladığı bilgilere güveni tam olurdu. Bu bilgilerin doğruluğu yanlışlığı değil. Ortaya çıkan sonuçlar konuşulur, tartışılırdı.
Günümüzde bu kurumun Maliye ve Hazine Bakanlığına bağlı olmasını da anlamakta güçlük çekiyorum. Bu kurum, Maliye ve Hazine Bakanlığına olduğu kadar diğer bakanlık ve kuruluşlar için de bilgi üretiyor. Bu itibarla eski konumu görevinin özelliği açısından çok daha uygundu.
Kurumun açıkladığı verilerin iktidar hariç, diğer tüm ilgili kesimler tarafından kabul edilmeyip, hatta alaya alınması, yaşanan gerçeklerle bağdaşmaması bu güzide kurumun saygınlığına gölge düşürmektedir.
Günümüzde eleştirilen bir diğer nokta ise istatistiklerde uygulanan metot değişiklikleridir. Ben sıkça kullandığım dış ticaret istatistiklerinde de bu duruma tanık oluyorum. Bu değişiklikler, istatistiklerin geçmiş dönemlerle kıyaslanması olanağını vermemekte dolayısıyla süreç bütünlüğünü ortadan kaldırmaktadır. Böyle bir değişiklikte zorunluluk bulunsa bile geçmişle kıyaslamaya imkân vermek için eski metotla yapılan sınıflandırmaların da sürdürülmesi gerekir.
İtibar zor kazanılır kolay kaybedilir. Bu kurumlar için de böyledir.
Onları bilimin ve objektif aklın dışına çıkmaya zorlamamalıyız.