Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors
Son Haberler
Buradasınız: Anasayfa / Haftanın Yazısı / BİZİM KUŞAKLARIN TEKNOLOJİ İLE SINAVI

BİZİM KUŞAKLARIN TEKNOLOJİ İLE SINAVI

O. Ertuğrul ÖNEN

Nasıl niteleyeyim bilmiyorum ki! Sanki hem şanslı hem şanssız gibiyiz. İnsanlığın geometrik diziyle büyüyerek yol alan teknolojik gelişiminin başından sonuna tanığı olmamız işin şanslı sayılabileceğimiz yanı. Yeni teknolojileri kabul etmekte, anlamakta ve kullanmakta karşılaştığımız zorluklar itibariyle çektiğimiz sıkıntılar düşünülürse de pek de şanslı sayılmayız diye düşünülebilir.

Bizim çocukluk gençlik çağımızda telefon öyle her evde bulunan, kolay ulaşabilen bir şey değildi. Telefon bağlatabilmek için sıraya girilir, yıllarca beklenirdi. Telefonu yeni bağlanana hayırlı olsuna gidilirdi. Evin en mutena köşesinde üzeri dantel örtülü kıvrılmış yatan bir siyah kediyi andıran o günün telefon cihazı çok çok itibarlıydı. Zil sesi tüm mahalleden duyulur, duyulmasına özen gösterilirdi.

Telefonunuz var diye öyle her yerle konuşabileceğinizi sanmayın. Ancak aynı şehirde mevcut bir avuç aboneyle konuşturabilirdi o günün telefonu sizi. Şehirlerarası konuşacaksanız PTT santraline istemde bulunup saatlerce sıranızı beklemeniz gerekirdi.

Telefon hattı bir değerdi. Alınıp, satılır hatta borçlarınıza karşı haczedilebilirdi. Teleks çıkmıştı, yazılı mesajları bir yerden bir yere gönderebilen niteliği asrın icadı sayılmıştı. Daha sonra kullanıma giren faks cihazına hayretler içinde bakakalmıştık. Çünkü yazının yanında resim de gönderilebiliyordu bu cihazla. Daha ileri evrelerde gündemimize giren çağrı cihazları ise ayrı bir fiyaka vasıtasıydı. Kemere takılı cihaza gelen mesaj sesi üzerine cakalı bir şekilde telefona koşulurdu.

Büyük sükseyi araç telefonları yapmıştı. Artık mobil durumdayken de ulaşılabilir, ulaşabilir, hale gelmemiz tam bir devrimdi.

Turkcell’e ilk lisans verildiğinde Ulaştırma Bakanlığı müsteşarıydım. Bakana ve bana birer mobil telefon verdiler. Ağırlığı 1 kg kadar vardı. Ancak çantada taşınabiliyordu. En fazla yarım saat konuşmaya imkan veriyordu. Şarjı ise 5-6 saatten fazla ömürlü değildi.

Bir nesil iletişim sektöründe bunları yaşayarak büyüdük. Bizim çocukluğumuzun en teknolojik aracı radyoydu. O da öyle kolay ulaşılabilecek, her evde bulunan bir şey değildi.

Aynı telefonlar gibi onların üstünde de itibarlarına uygun olarak mutlaka dantel örtü bulunurdu. Mobilyalı, gösterişli kocaman cihazlardı. Çocuklar ulaşmasın diye yüksek bir yere raptedilen raflarda yerlerini alırlardı. Açılınca lambaları yeşile dönmeden, yani lambaları ısınmadan ses gelmezdi. Öyle günün her saati yayın yapmazlardı. Bizim radyolarımız. İki radyo istasyonumuz vardı. İstanbul orta, Ankara uzun dalgadan yayın yapardı. Benim çocukluk ve ilk gençlik yıllarımı yaşadığım Sivas’ta Ankara radyosu dinlenebilirdi, ama İstanbul çok cızırtılı çıkardı.

Ne hikmetse araya hep Arap radyoları karışır ve bizimkileri bastırırdı. Geniş halk kitlelerinin tek eğlencesi olan radyonun en popüler yayınları, arkası yarın ve radyo tiyatroları idi. Görmesek de duyduğumuz o sesleri zihnimizde görüntüye çevirir, o dünyalarda yaşardık.

Zeki Müren’in sesinden “Pirelli lastikleri” ile “Akşama babacığım unutma Ülker getir” deyişi ile ünlenen reklamlar halen belleğimde.

Annem ilk merdaneli çamaşır makinasına nasıl hayret etmişti, hiç unutmuyorum.” Evin hizmetçisi işi senin yerine hamarat hamarat yapıyor, kadınlık artık ne kolay demişti.

Keza Anadolu da ilk tüp gazlı ocakların insanların hayatına getirdiği rahatlığı ve kolaylığı bugünkü gençler anlayamazlar.

Bugün havayolu ulaşımını bir yana bırakın, hızlı trenle Sivas’tan İstanbul’a 6-7 saate konforlu bir şekilde ulaşılabilirken bizim gençliğimizde neredeyse 2 günlük bir yolculuk demekti bu mesafe. Ankara-Sivas arası toz toprak bir şose, Ankara-İstanbul ise tek gidiş ,tek geliş dar bir asfalt yoldu. Karga Sekmez ’de, Cankurtaran’da önünüze bir kamyon konvoyu düşmüşse ki, genelde böyle olurdu, yandınız demekti. Ya sabır gösterecektiniz ya da can pahasına hamle yapacaktınız.

Öğrenciliğimizde çektiğimiz sıkıntıları halen unutamıyorum. Öğretmenlerimiz o kadar çok ev ödevi verirlerdi ki, evde de ders çalışmaktan başımızı kaldıramazdık! Bu çok bilinmeyenli ödevleri hazırlayabilmek için daha bilgili olduğunu düşündüğümüz büyüklerimize başvurur, ansiklopediler karıştırır, ne yazık ki çoğunlukla aradığımız bilgiyi elde edemez, ne yapacağımızı bilemezdik.

Şimdi çocukların elinde akıllı telefonlar, iPad’ler istedikleri bilgilere saniyeler içinde ulaşma rahatlığına sahipler.

Film mi izleyeceksin, gazete mi okuyacaksın, bir yere yazılı bir mesaj mı göndereceksin, fotoğraf video mu çekeceksin, bankanda işlem, hesap mı yapacaksın, karnın acıktı yemek mi sipariş edeceksin, özlediğin biriyle görerek konuşmak mı istiyorsun, elindeki o küçük cihaz bunların hepsini yapacak şekilde elinin altında duruyor.

Sosyal medya konularına bana ters geldiği için girmeyeyim. Ancak hızla gelişen yapay zeka konusu dünyayı başka bir aşamaya geçirecek gibi görünüyor.

Bu kadarı bize iyice fazla gelmeye başladı. Ne dersiniz bizim kuşaklar yaşadıkları itibariyle, şanslı mı, şansız mı, anlattığım bu koşullardan gelen bizim kuşaklar teknolojiyle sınanmalarından başarılı çıkabilir mi, ne dersiniz? Kararı siz verin.

Hakkında admin

Türk Dışticaret Vakfı

Cevapla

Scroll To Top