Değerli okuyucular, geçen haftalarda objektif olarak ve tamamen ulusal ve uluslararası güvenilir istatistiklere dayanarak değerlendirmeler yaptık. Ülkemizin ekonomisinin yıllar itibariyle geçirdiği evreleri, dış ticaretimizi ele aldık. Ekonomik değerlerimizi bize benzeyen ülkelerle, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin değerleri ile karşılaştırdık. Geçmişimizi bu günümüzle tartıya çıkardık. İyilerden de söz ettik. Ancak, maalesef iç açıcı olmayan değerlendirmeler çoğunlukta idi.
İşte bu nedenle, bu yazımızda sizi bundan önceki yazılarımızda olduğu gibi sayılara boğmadan biraz gülümsetmeyi ve nostalji yapmayı arzu ettik.
Bunun için de uzun yıllar yurtiçinde ve yurtdışında üst düzey görevlerde bulunmuş olan başkanımız Sayın Ertuğrul Önen’in anılarına başvurduk.
Ertuğrul Önen anlatıyor;
– Ticaret Bakanlığı İhracat Genel Müdürüyüm. Bir gün Başbakanlıktan bir yetkili aradı. Sayın Başbakan ve eşinin Bolu civarında seyahatte iken etrafta çok miktarda tomruk yığını gördüklerini ve bunların niçin ihraç edilmediğini sorduklarını ve derhal gereğinin yapılmasını bildirdiklerini ve bu durumun bir yazı ile de bize intikal ettirileceğini söyledi. Gerçekten ertesi gün konuya ilişkin yazı da geldi. Dövize şiddetle ihtiyacımız olan yıllar, “acaba daha neler bulup ihraç edebiliriz” diye sürekli arayış içerisindeyiz. Bu nedenle, durumu öğrenmek üzere Orman Genel Müdürlüğü ile temasa geçtik. Sanıyorum bir toplantı da düzenledik. Sonuçta Sayın Başbakanın (Başbakan merhum Bülent Ecevit, muhtemelen 1978 yılı) “niçin yığın yığın duruyor ve ihraç edilmiyor” diye biraz da eleştiri kokan talimatı ile başlattığımız çalışma; bu yığınların her yıl ormanlarda yapılan mutad kesimlerden olduğunu, ülkemizin inşaat ve mobilya sektörü ile yakacak ihtiyacı için ayrıldığı için ihracata ayıracak bir üretimimizin olmadığını öğrenmemizle noktalandı. İhracat umutlarımız da uçup gitti.
– Akut döviz ihtiyacımız nedeniyle herkes bir arayış içerisinde o tarihlerde (1978/79) ve ihracatımızın %75’i tarım ürünlerinden oluşuyor. Yaş meyve sebze de önemli ihraç kalemlerimizden. Ne var ki taşımada sorunlar yaşıyoruz. Bu günkü kadar gelişmiş yollar, araçlar ve yöntemler, geçilen kapalı rejim sahibi ülkeler (Bulgaristan, Yugoslavya gibi), yaşanan sıkıntılar nedeniyle yaş meyve sebzemizi Batı Avrupa pazarlarına nasıl ulaştırabiliriz diye arayış içerisindeyiz. Yine Başbakanın Hava Kuvvetlerine talimatı ile askeri kargo uçaklarının bu amaçla kullanılmasını araştırmak üzere konunun asker ve sivil taraflarıyla bir araya geldik. Haftalarca yapılan görüşme ve toplantılarda ticari malların askeri uçaklarla taşınması halinde uçağın askeri personelinin ticari olarak görev, yetki ve sorumluluklarını, uluslararası hukukun bu hususta ne denli uygun olduğunun, bir askeri uçağın sivil hava alanlarını kullanıp kullanamayacağının veya askeri hava alanlarının da ticari amaçla bu uçaklara tahsis edilip edilemeyeceğinin çetrefil aşamalarını dâhiyane fikirlerle aşmaya çalışırken; içimizden biri askerlere, tahsis edilebilecek uçak sayısını ve tonajını sordu. “Yalnızca bir uçak” cevabıyla taşınabilecek kargo ağırlığı da dikkate alındığında yapacağımız hayrın ürküttüğümüz kurbağaya değmeyeceğini gördük.
Esasen net olarak çözemediğimiz askeri uçak-ticaret ilişkisi bezginliği ile havlu attık. Askeri uçakla ticari mal taşıma garipliğinden kurtulduk ama olan devletin üst düzeyde çok sayıda sivil ve askeri yetkilisinin haftalarca süren çalışmasına oldu.
– Hamburg’da ticaret müşaviriyim. Vakfımızın Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Koordinatörü Sayın Ömer Berki de yardımcım.
Ankara’dan bir teleks talimatı aldık. Türkiye’de yatırım yapmak isteyen bir Alman firmasının araştırılmasını istiyorlar.
Sanki Türkiye’ye yatırım yapmak isteyen varmış gibi, yatırım yapmak isteyenleri bir de böyle elemeden geçirip, beğendiğimizi alıyoruz.
Ömer Bey Alman firması ile temasa geçerek yetkililerini görüşmek üzere Müşavirliğimize davet etti.
Randevu verdiğimiz günde çıkıp gelen kişi bir Türktü. Firma Alman, ancak sahipleri Türk. Ancak bizim açımızdan bu da bir yabancı sermaye yatırımı sayılıyordu. Dolayısıyla bakanlığımızın talimatını yerine getirmek üzere gelen kişiye firması ile ilgili olarak bilmek istediğimiz hususlara ilişkin sorularımı sıralamaya başladım. Gelen şirket yetkilisi vatandaşımız da ciddiyetle sorularımızı cevaplıyordu. Ömer Bey, bir sandalyenin üzerinde oturmuş vaziyette not tutuyordu.
Şirketle ve gelen kişi ile ilgili sorularım nihayete erdi. Ancak şirketin ikinci ortağı Hamburg’da olmadığı için onunla ilgili sorularımı da zorunlu olarak karşımda oturan ortağına yönelttim.
Sorularıma karşılık, başladı ortağı ile ilgili bilgiler vermeye; “Uzun yıllardır tanıdığım için çok yakın dostumdur. Aynı zamanda uzun zamandır birlikte iş yapıyoruz. Birbirimizi çok severiz…” diye uzun uzun ortağını göklere çıkaran ifadeler kullandı. Artık konuşmamızın sonuna gelmişken, “Yalnız bir kusuru var.” dedi. Bir sessizlik oldu, herhalde bu kadar övdüğü adamın kusuru da önemli değildir diye düşünmedik değil. Devam etti, “Biraz karaktersizdir.” Ömer Bey ile göz göze geldik ve gülmekten bir hal olduk.
Evet, boşa giden emekler, trajikomik uygulamalar, yaşanan, hiç unutulmayan anekdotlar…
Sizi biraz gülümsetebilmişsek ne mutlu bize.
Hayatınız sizi daima gülümsetsin.