O. Ertuğrul ÖNEN
Aramızdan fiziken ayrılışının üzerinden tam 87 yıl geçmiş, onu hayattayken gören vatandaşlarının sayısı artık onlarla değilse de, en fazla yüzlerle ifade edilebilir. Oysa halen Anıtkabir sürekli ziyaretçi rekorları yeniliyor.
Millî bayramlar ve 10 Kasım anma günlerinin dışında kalan sıradan günlerde dahi küçüklü büyüklü yurttaşlar onu yalnız bırakmıyor. Neredeyse aramızdan ayrılalı bir asır geçmesine rağmen, ona olan ilginin, ona olan sevginin, bağlılığın her geçen yıl katlanarak artmasının nedenini düşündüğünüz oluyor mu?
Bakın, Falih Rıfkı Atay Çankaya isimli eserinde ona olan minnettarlığını nasıl ifade etmiş: “Ben ömrümde hiçbir edebiyat eserinde orduların ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım. Bu, bütün heyecanların üstünde bir şiirdi. Ne olmuştuk, biliyor musunuz? Kurtulmuştuk.
Ah Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim. Nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu batının, vicdanımızı ve kafamızı doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.”
Ne güzel anlatmış bu ulu yazar ona duyduğu minneti. O bize bir vatan vermiş, bizi özgür kılmıştır.
Bunu hangi koşullarda başarmıştır? Balkan Savaşı felaketini yaşamış, daha bu travmadan çıkmadan 1. Dünya Savaşı’nın yıkımı ile karşı karşıya kalmış, yenilmiş, moralsiz, genç ve eğitimli nüfusunu kaybetmiş, yoksul, yorgun, bezgin bir millet tortusunu yeniden ayağa kaldırıp, onların yüreklerindeki özgürlük ateşini yakarak, adeta yoktan var ederek, mucize sayılabilecek koşullarda zafere ulaşıp kurtuluşu sağlamıştır.
Cumhuriyet kurulduğunda oransal olarak çok düşük olan genç ve eğitimli nüfusu telef olmuş, sanayi, ticaret ve finans sektörüne hâkim azınlıklarını kaybetmiş, Osmanlı’nın Düyûn-u Umûmiye borçlarının 2/3’ü sırtına yüklenmiş, %80’i köylerde yaşayan yorgun, bitkin 12,5 milyonluk nüfus, altyapısı ve sanayisi sıfır, ilkel usullerle tarım yapılan çorak topraklar… İşte ona kalan miras budur.
Mustafa Kemal yılgın değildir, umutsuz değildir. O dememiş miydi, “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır.” diye. Daha Lozan Konferansı sonuçlanmadan, henüz barış sağlanmadan kolları sıvamış ve İzmir İktisat Kongresi’ni toplayarak “Siyasi ve askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik başarılarla taçlandırılmadıkça kalıcı olmaz.” anlayışına uygun olarak çalışmalarına başlamış ve 10. Yıl Nutku’nda gururla “Yurttaşlarım, az zamanda çok ve büyük işler yaptık… Yurdumuzu, dünyanın en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız.” diyebilecek noktaya gelmiştir.
Türkiye’nin geleceğine damga vuran bu 15 yıllık dönemde, öncelikle çağdaş ve evrensel bir hukuk düzeninin kurulması sağlanmış, ardından ülkemizin kalkınmasına öncülük edecek, bir yerde okul vazifesi görecek olan Etibank, Sümerbank, Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası, Türkiye İş Bankası, Türkiye Şeker Fabrikaları gibi çok sayıda kuruluş ülkenin hizmetine sunulmuştur. Millî ruh ve heyecanla, kıt kanaat imkânlarla anayurt kazma kürekle demir ağlarla örülmüştür.
O, kurtarıcımız, Cumhuriyetimizin kurucusu, milletinin önderidir. Bir gelecek vizyoneridir, iflah olmaz derecede gerçekçi ve yanılmazdır, asrın yetiştirdiği en önemli devlet adamı, üstün nitelikli bir asker, yılmaz bir devrimcidir. Bizi hâlâ ayakta tutan onun kurduğu düzendir. Yani, Fidel Castro’nun deyişiyle, “Ölümünden sonra da ülkesini yöneten tek liderdir.” O, her Türk bireyinin koşulsuz saygı ve minnet duyması gereken bir millî değerimizdir.
Onun fikirleri ve eserleri geçen zaman içerisinde bırakın eskimeyi, değerinden kaybetmeyi; tam tersine, gittikçe daha çok değer kazanmış ve daima geçerliliğini korumuştur. Hepimize vasiyet sayılabilecek şu sözlerinin karşısına çıkabilir, bu fikirlerin doğru olmadığını iddia edebilir misiniz?
– Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin.
– Dünyada her şey için, medeniyet için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir.
– Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet hâlinde varlığı kabul edilemez.
– Siyasi, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner.
– Savaş zarurî ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş cinayettir.
– Yurtta barış, cihanda barış.
Bu sözlerin hepsinin altına imza atacağınızı düşünüyorum. İşte o, bunun için fikirleriyle yaşamaya devam ediyor. İşte bu nedenlerle milyonlar, onu aramızdan ayrılışının her yıl dönümünde işine gücüne ara vererek meydanlarda, sokaklarda, karada, denizde, her yer ve ortamda içten gelen duygularla anıyor, Anıtkabir’ine akın ediyorlar.
Her geçen yıl onun değerini daha iyi anlıyor, ona sevgimizi büyütüyor, onu kalbimizde yaşatmaya devam ediyoruz. Rahat uyu, Büyük Önder. Bu millet seni unutmayacaktır.
