Dr. Zeynep Bilgin Wührer
Cevapsız hiç bir sorum yok… ne büyük bir rahatlık. Bilmediğim ve senden öğreneceğim daha binlerce konu, kavram var. Hiç biri önemli değil. Dünya ve dış ticaret bir konu, senin huzur içinde olman başka bir konu. Konu, kavram, ka harfi… “Sen en iyisi sözlükten K’yı çıkar, her harf bitsin, K’yı en sonunda yaz”, diye bazen espiri yapmaya çalıştığım harf. “Böyle yazı olmaz”, diyeceksin. Yok öyle demezsin ki sen. “Başka bir giriş mi yapsan?”, diyeceksin. Bu yazı olmuyor, biliyorum. Parmaklarım nereye giderse onu yazıyor tuşlar. Çünkü parmaklarımla beynimin arasındaki bağ koptu gitti sanki. Halbuki “Hocam senin çok akıcı bir üslubun var”, demiştin bir seferinde. Sonra bir gün de “Epeydir yazmıyorsun, ne oldu?”, demiştin. Derslerim vardı. İşler yoğundu. Aklıma gelir miydi o kadar aradan sonra bu yazıyı yazacağım? Şimdi akıl tutulması hallerindeyim, gitmiyor işte. Sana lâyık olacak biçimde yazamıyorum. En iyisi yine baştan başlayayım.
Yağmurlar yağıyor perşembeden beri durmadan Ankara’da, Ege’de, Linz’de, Viyana’da, İstanbul’da. Seninle ortak tanıdıklarımla telefonlardayım. Hepimiz şaşkın, birbirimize tutunuyoruz. Bize o çeşitli sohbetlerde hayallerini anlatırken, “Yapın”, da demeden birçok fikir vermiştin. Hepsini sıraya koyuyoruz merak etme. Sen olağanüstü bir hızla birçok insanla birçok işi nasıl da paralel ve verimli yürütüyordun. Biz seninle yürüttüğümüz bir iki işi bile bitirmekte şimdiden zorlanır hallerdeyiz. İçimiz kırık, ama sorumluluğumuz yüksek. Biri dedi ki, “Ömer Hoca gözümüze sokmadan ve belli etmeden verdiği ivmelerle statik enerjilerimizi kinetik enerjilere çevirdi”. Değerlerin ve ilkelerin ülkeni her zaman, her yerde yüceltmeye yönelik olmadı mı? “İpleri alın ellerinize, yürütün artık gemilerinizi, bana ihtiyacınız yok”, diye mi düşündün? Bizim sana hep ihtiyacımız var. Derin bilgilerini sevimli ve ince bir zarafet aklımıza sokmana da, espirilerine de. “Şöyle yapalım mı, ne dersin?”… “Bak istersen burayı şöyle tanımlayalım”…. “İstersen burada bir küçük değişiklik yap”! “Karşındaki insana alan açan, onu yücelten, tüm bilgini çekinmeden ve sevinçle başkalarının önüne seren engin bir denizsin”, desem? Övülmeyi de hiç sevmezsin biliyorum. Olsun. Bugün bildiğimi okuyacağım.
Ben senin o depderin bilgi ve görgü denizine, yaşamının bir ya da birkaç dönemine girip de senden ‘feyz’ alma şansı, gururu ve mutluluğu ile zengin binlerce insandan biriyim. Birçokları gibi senin sahilindeki minik bir kum tanesi. Sense şimdi bir yandan ‘sözlük’lerin S harfinden ‘serbest dolaşım’ içinde gibi özgür, gönlünden hep geçtiği gibi bir ‘vagabund’, bir yandan da ‘STA – serbest ticaret anlaşması’ gibi bir sistemin tatlı huzurunda, yalnız değil. Dış Ticaret bir yana, S harfinden taşan ‘sevgi, saygı, sohbet, sıcaklık, samimiyet, sağlamlık, sabır’ damlacıklarınla bizleri zenginleştirmedin mi hep?
“Zamana hâkim olamıyorum”, diyen sesin kulaklarımda. Nasıl hâkim olacaktın ki o ‘kendimiz farkında olmasak da, yaşlandıkça, debisi hızla yükselen ve her dönemeçte akış hızı artan bir nehir gibi, bizi içine alıp önüne katan ve dur durak bilmeden kendine göre giden’ zamana? Bize düşen ise ‘yavaşlamak’ değil mi o hızda? Ama biliyoruz ki ne yavaşlamak, ne de yaşlanmak hiç sana göre değildi. Çünkü ‘vermek, yüceltmek, bilginle karşındakileri ezmeden onların önlerindeki yolları görmelerini sağlamak, cesaret vermek, insanlara yeni alanlar açmak, ve kapılarını herkese hep ardına dek açık tutmak’, kısacası, ‘mesleği ve ülkesi için kalbi seninki gibi heyecanlarla çarpanlara kol kanat olmak’, senin yaşam felsefen. İçtenliğinden, nezâketinden, hep o belli bir mesafeyi de kibarca koruyarak kurduğun sıcak iletişiminden, kardeşliğinden de dem vursam? Mütevazı gülüşünle, hani şu TDV’deki fotoğrafında gözlüklerinin üstünden etrafa takılan azıcık muzip bakışlı gözlerinle gülümsüyor ve okuyorsun bu yazdıklarımı. (Merak etme bak mütevazı’yı I harfiyle yazdım hocam. Evet İ harfiyle olmaz, biliyorum. Türk diline senin kadar hâkim ve dikkatli birine de bir daha rastlar mıyım? Bilemiyorum.) Yorulduğunu kendine de, bizlere de hissettirmedin. Sinyaller verdi bedenin, o genç ruhunla hiç mi hiç görmek istemedin. Sevgiyle ön planda tuttuğun mesleğin, işin, meslektaşların, sevdiklerin, çok değer verdiğin tatlı ailen, en büyük dinlenme ve neşe kaynağın torunlarınla, çok zengin bir yaşam seninki. Tam sevdiğince yönlendirdiğin. Zamana hâkim olamamış olsan da.
Engin bilgi denizini yıllar boyu nasıl da büyük bir titizlik ve dikkatle yarattın. Seni tanıdığımda Hamburg’da genç bir dış ticaret ataşesisin. Ben ise uluslararası pazarlama alanındaki doktora tezinde ‘Türk ürünlerine Alman bakışı’na odaklanma çabasında olan, DAAD bursuyla üniversiteye gelmiş bir akademisyen. Ürün grubu seçme kararsızlıklarımda Brüksel’de AB daimi delegemiz olan (maalesef üç ay önce aramızdan ayrılan) Nejat Eren’den benim için üşenmeden randevu alıp, “Sen bir de Nejat Bey’e git”, demiş, önümde yeni yollar açmıştın. Seneler… seneler… birikimler. Beş – on sene aralıkla birbirimizin yoluna çıkardık. Tekrar birbirimizin yoluna başka tesadüflerle ne zaman çıkacağımızı hiç bilmeden, işlerimizde ilerleyerek yaşamlarımıza devam ederdik sonra.
Gerçeküstü bir ağabey, bir beyefendi olman ötesinde, zarâfet ve nezâket dolu üslûbunla hep örnek oldun bizlere. Üstelik bu son karşılaşmamız epey yaratıcı çalışmalarla dolu oldu ve sekiz ayda bana kocaman bir aile de hediye ettin: TDV Ailen. Ayrıca başka iletişimler: ATIS, sonra bir de Dış Ticaret alanında pek çok değerli ve güzel insan. İçimde büyük bir boşluk. Yüzümde, kalbimde hüznün yaşlı izleri. Ya şimdi? Yeniden buluşma sevinçleri ne zaman tekrar bilemiyorum. En azından o güne dek sen bana bir bulut arasından göz kırpacak ve “Devam et”, diyeceksin. Ben bir uzak diyârda ülkeme hasret. Sen başka bir uzak diyârda belki hiç bir şeye hasret. Böyle hüzünle bitmemeli sana mektup. Birkaç satır daha eklemeliyim.
Farkında olmadan geçen senelerde dış ticaret uzmanlığına bir meslek daha eklemişsin, çok değerli bir akademisyen olmuşsun. Üstelik sadece ders veren değil, akademik yayınlar da yapan, seminerler, söyleşiler düzenleyen, dört dörtlük bir akademisyen. Birden çok meslekte bir yıldız. Dolu dolu bir yaşam seninki. Bu kadar hizmetin var bu ülkeye kaç göbek ailenle. Onun için, bırak kalsın şu meşhur ‘sözlük’ ya da Ali Himmet dedenin 1919’da Osmanlıca yazdığı ‘Fazıl’ın Galatat Defteri’nin öz Türkçe’deki düzenlemesi. Bırak bunlar şimdilik yarım kalıversin. Sakın üzülme lütfen. Çünkü “en önemli olan sensin”.