Seriye kaldığım yerden devam ediyorum.
O tarihte Dış Ticaret Müsteşarlığı Serbest Bölgeler Genel Müdürü olan Kürşat Tüzmen (sonraları aynı teşkilatta müsteşar yardımcısı, müsteşarı ve bakanı oldu), herhalde ben o teşkilatın müsteşarı iken maiyetimde görev yapmış olmasının yarattığı bir psikoloji ile olsa gerek, mevzuatın tüm inceliklerini, engellerini, zaman kaybettirici faktörlerini ayrıntılı bir şekilde ve özel bir dikkatle bize uyguladı, uygulattı.
Bize adeta pösteki saydıran aynı Kürşat Tüzmen daha sonra, EGS, Ege Giyim Sanayicileri Dış Ticaret A.Ş.’nin Sakarya’da kurmak üzere yola çıktığı, içinde, köyler, deniz kıyısı, ırmaklar, ormanlar, tarım arazileri, bahçeler, mezarlıklar, tarihi eserler bulunan kilometre karelerce devlet arazisini henüz kuruluş kararnamesinin çıktığı tarihte hukuken var olmayan, tüzel kişilik kazanmamış bir şirkete tahsis ederek kuruluş kararnamesini çıkarmak gibi bir garabete de imza atmıştı.
Allahtan bu garip teşebbüs yargıdan dönerek hayat bulamadı.
Engel çoktu. Gerçekten bir engebeli koşu yapar gibiydik.
Bir gün araziye gönderdiğimiz kadastrocuları köylülerin derdest ederek muhtarlığa götürdüklerini duyduk.
Adamlarımızı o tarihte Tekirdağ Valisi olan Zeki Şanal’ın devlet adamlığı ve hukuka saygılı kişiliğinin titizliği sayesinde kurtardık. Arazi hukuken bizimdi. Ancak, içine adamlarımızı sokmamız bile mesele oluyordu.
Buranın önemli bir bölümünün “tarıma elverişli arazi olduğu tezi” önümüze çıkarılan bir diğer engel oldu. Bölge, toprak tarım reformu bölgesi olarak ilan edilmişti. Bu durumda Toprak ve Tarım Reformu Genel Müdürlüğü ile temasa geçmek gerekiyordu. Onların tespit ve önerileri belirleyici olacaktı. Genel Müdürü tanımıyordum. Tarım Bakanı Musa Demirci sınıf arkadaşımdı. Kendisinden randevu alarak derdimi anlattım.
Toprak ve Tarım Reformu Genel Müdürü Süleyman Sarıkaya’yı telefonla arayarak konuyu kendisine anlattı ve benim kendisini ziyaret edeceğimi söyledi.
Süleyman beyle bu vesile ile tanışmış olduk.
İlk ziyaretimde bizim arazinin tapu kayıtlarını verdim. Değerlendirmelerinin ne olacağını öğrenmek istediğimizi söyledim. En kısa zamanda görüşmek üzere ayrıldık. Birkaç gün sonra telefonla beni arayarak arazinin değişik sınıflarda olmak üzere tarıma elverişli olduğunu, bu durumda arazinin büyük bir bölümü üzerinde tarım dışı bir yapılanmanın mümkün olamayacağını, eğer talep edilirse kendileri ile bir arazi takasının düşünebileceğini söyledi.
Önerisine tereddütsüz olumlu yanıt verdim. Zira, Serbest Bölge kurulacak arazinin tarım yapılabilir nitelikte olmaması bizim için hiçbir şekilde bir dezavantaj sayılmazdı.
Bu cevabım üzerine Kamu elindeki takasa uygun arazileri araştıracağını ve bize geri döneceğini söyledi. Aralıklarla kendisini arayarak, takasa uygun bir yer olup olmadığını soruyordum. Araştırmalarının devam ettiğini söylüyordu. Nihayet yine bir gün telefonla aradığımda, birkaç alternatif hazırladıklarını söyledi.
Hazırlanan arazi alternatiflerinden bir tanesi, tarıma elverişli olmama niteliği yanında tek parça ve hemen hemen bizim arazimize yakın büyüklükte olması dolayısıyla aradığımız nitelikleri taşıyordu. Bu arazi için onayımızı bildirdik. İşlemler başladı. Her iki arazinin devrine ilişkin alım satım vergilerini şirket olarak biz ödedik. Bizim arazimizin daha kıymetli olması itibariyle hatırladığım kadar ne lehimize, ne de aleyhimize bir fark tahakkuk ettirilmedi.
Devir işlemleri tamamlandı. Artık, sanayi yapılaşmasına bir engeli olmayan bir arsa sahibi olduğumuz gibi Karamehmet köyünün tasallutundan da kurtulmuştuk. Ancak, biz öyle sanmıştık. Çünkü, kısa bir süre sonra Danıştay’dan gelen bir tebligatta, kışkırtmalarla Karamehmet köyü muhtarı ve köylülerinin Serbest Bölge Kuruluş Kararnamesi’nin iptali için dava açtığını gördük. Rekabetin böylesine acımasız silahlarla sürdürülmesi anlaşılır gibi değildi.
Sonuçta dava lehimize neticelendi. Ne var ki çok değerli bir 2 yılı kaybetmiştik ve rakiplerimizin istediği olmuştu.
Tüm güçlüklere, organize karşı güçlere rağmen kendi arazisinin sahibi olarak Türkiye’nin en büyük özel serbest bölgesi tüzel kişilik kazanarak hayata geçirilmişti.
Serbest bölge arazisi çok önceden aşama aşama faaliyete geçirilecek şekilde planlanmıştı. İlk fırsatta faaliyete geçirilecek kesimin alt yapısı ile kurucu işletici olarak faaliyette bulunacak şirketimizle, serbest bölge müdürlüğü ve gümrük yönetiminin de hizmet vereceği bina ve giriş kapısının yapımına öncelik verilerek serbest bölge de yapılaşma başlatıldı.
Artık, piyasaya çıkma zamanı gelmişti. Her parselin tapusunu ayrı ayrı verecek duruma gelmiştik.
Her şey çok iyi gelişiyordu. Ne var ki, Avrupa Serbest Bölgesi’nin büyük pay sahibi ile yönetim kurulu başkanı olarak benim yönetim, strateji anlayışlarımız örtüşmemeye ve hatta iyice farklılaşmaya başlamıştı.
Düzlüğe çıkmıştık. Serbest Bölge artık ete kemiğe bürünmüştü. Dolayısıyla artık bana ihtiyaç kalmamıştı. Her geçen gün çalışmalarımızın çok daha zor ve sinir bozucu koşullar altında geçmeye aday olduğunu görüyordum.
Küçük bir hissem vardı. Onu devrederek ayrılmayı düşünmeye başlamıştım. Teklifim girişimci tarafından sanki biraz istenmeyerek gibi, ama fazla itiraz görmeden kabul edildi.
Bir protokol metni hazırladım. Ben imzaladım. Ona götürdüm. Tam imzalıyorken, “Peki bu durumda yönetim kurulu başkanlığını da bırakacaksın değil mi?” diye sorunca hemen henüz imzalamadığı protokolü alarak “gayet tabii, hatta bu protokole, protokolün imza tarihi itibariyle yönetim kurulundan ayrılmış sayılacağımı da yazalım” dedim ve protokolü buna göre değiştirdim ve böylece protokolü imzaladı.
Artık, ilk özel sektör maceram sonlanmış oluyordu. Ben ki hissemi devretmeme rağmen Kemal Bey görevimi sürdürmemi isterse bu durumdan nasıl kurtulurum diye düşünürken, o gerçekten işimi kolaylaştırmıştı.
Bu kadar hizmet ettiğim, görev yaparken her kuruşunu titizlikle sakındığım çok zorlu koşullarda bir eser yaratarak teslim ettiğim bir yapıdan ayrılırken, bir küçük ayrılış seremonisi düzenlenmesini, hizmetlerime teşekkür edilmesini beklemedim değil. Ancak beni Serbest Bölgenin resmi açılış törenlerine bile davet etme vefasını göstermediler. Gerçekten kırıldım.
Bıraktığım yönetim kurulu başkanlığını Kemal Şahin üstlendi. Avrupa Serbest Bölgesi bugün gelişerek yaşamını sürdürmeye devam ediyor.
Üzüntüm, Serbest Bölgeyi özel bir yer haline getirecek, diğerlerine göre farklı kılacak, değerine değer katacak ilk girişimlerini, temaslarını yaptığım ilk projelerin halen hayata geçirilmemiş olmasıdır.
Bunlardan ilki, ASB’nın İstanbul-Edirne otoyoluna cephesi olmasına rağmen otoyola çıkışının olmamasıdır. Karayolları, o tarihlerde yatırımına destek olmamız halinde bu hususun çözümlenebileceğini söylemişti.
Diğer bir husus ise 4-5 km mesafedeki Velimeşe Tren İstasyonu’ndan Avrupa Serbest Bölgesi’ne bir bağlantı hattı çekilmesi idi. Demiryolları için ek bir navlun kapasitesi yaratacak bu teklif de olumlu karşılanmıştı.
Avrupa Serbest Bölgesi’ne çok büyük bir artı değer kazandıracak üçüncü bir girişimimiz ise Tekirdağ Limanı ile ilgiliydi. Özelleştirmeye çıkarılan bu limanı alırsak, limanı olan bir serbest bölgeye sahip olacaktık. Gümrükleme ve depolama açısından bu sayede önemli imkân ve kolaylıklara sahip olacaktık.
Tekirdağ Limanı’nın bizim için önemini düşünerek özelleştirme ihalesine girdik. İhalede holdingi ben temsil etmiştim. Teklifimiz üçüncü sırada kaldı. İlk iki teklif sahibi farklı nedenlerle ihaleden çekilince şans kapımıza gelmişti.
Ancak, Kemal Beyin vazgeçmesi üzerine bize yapılan teklifi reddetmek durumunda kaldık. Fırsatın kaçmasına halen üzülürüm.
Devlette çalışırken hakkımda hiç görevden alınma kararnamesi üzüntüsü yaşamadan 30 yıllık çalışma hayatımı tamamlamıştım.
İlk özel sektör deneyimim de yine benim iradi tasarrufumla son bulmuştu. Geride yaşayan, ülke ekonomisine değer katan bir eser bırakmıştım. Gördüğüm vefasızlığa üzülmüştüm. Varsın olsun. Önemli olan ülkeye kazandırılan eserler ve kubbede kalan hoş seda idi.
Not: Vakfımız Başkanı Sayın Ertuğrul Önen’in anlatısıdır.