O. Ertuğrul ÖNEN
Dünya ticaretinde olduğu kadar ülkemiz ticari yaşamında da yeri ve uygulama alanı olan kavramları incelemeye devam ediyoruz. Geçen hafta konumuz transit ticaretti. Bu hafta ise serbest bölgeleri ele alacağız.
Serbest bölge, kısaca, bir ülkenin siyasi sınırları içinde olmakla beraber gümrük sınırları dışında kalan, bu özelliği ile bulunduğu ülkenin ticari ve mali yükümlülüklerine tabi olmaması itibariyle de öncelikle ihracata yönelik yatırımların yer aldığı sanayi ve ticaret yerleşkeleridir.
Kısa tarihçesine baktığımızda bugün tanımladığımız şekliyle ilk serbest bölgeleri 16. yüzyılda Avrupa’da görüyoruz.
Serbest bölge uygulamasının Amerika ile tanışması ancak 19. yüzyılda olmuştur. 1929 ekonomik krizini izleyen yıllardan itibaren serbest bölge uygulamasının tüm gelişmiş ülkelerde yaygınlaştığını görmekteyiz.
20. asrın 3. çeyreğinden itibaren serbest bölge uygulamasının yabancı sermaye çekmek, özellikle ülkelerin ucuz iş gücü olanaklarını değerlendirmek üzere, gelişmekte olan ülkelerde hızla artış kaydettiğine tanık olmaktayız.
Türkiye’nin serbest bölge uygulaması ile tanışması Avrupa kadar eski olmamakla beraber nerede ise bir asır öncesine dayanır.
1927 yılında yürürlüğe giren 1132 sayılı “Serbest Mıntıka Kanunu”na dayanılarak Ford Şirketi’ne Tophane Rıhtımı’nda kamyon ve traktör montajı yapmak üzere, 1928 yılında akdedilen özel bir sözleşmeyle izin verilmiş,ancak bilahare umulan elde edilemediği için bu izin iptal edilmiştir.
1946 yılında kabul edilen ve amacı halı, kilim ve deri transit ticaretine zemin hazırlamak olan 4893 sayılı yasa da uygulamada başarı getirmemiştir.
1953 yılında kabul edilen 6209 sayılı “Serbest Bölge Kanunu”nun uygulaması da sonuç vermemiştir.
1983 yılında kurulan birinci Turgut Özal Hükümetinin ekonomiyi tamamen liberal prensipler üzerine bina ederek uygun ortamı yaratması ve bu görüşler doğrultusunda hazırlanan 3218 sayılı “Serbest Bölgeler Kanunu”nun 1985 yılında yürürlüğe girmesi, aslında Türkiye’de serbest bölgeciliğin miladı kabul edilebilir.
Ülkedeki liberal ekonomi iklimi, çıkarılan bu yasa ile verilen imkanlar, siyaset ve bürokrasinin inanmışlığı ve kararlılığı Türkiye’yi kısa zamanda yaşayan, işleyen, serbest bölge uygulamaları ile tanıştırmıştır.
1988’de Mersin ve Antalya, 1990’da Ege ve Atatürk Havalimanı serbest bölgeleri 1992’de Trabzon serbest bölgesi ilkler oldular.
Sonra sayı hızla arttı. 2000’li yılların başlarında 21 adete ulaştı. Adeta bir moda haline geldi. Her şehir kendisinin de bir serbest bölgesinin olması arzusu ile harekete geçmişti. Çoğu spekülatif, ekonomik gerçeklere dayanmayan bu talep ve girişimler, mevcut serbest bölgelerin dahi talep görmemesi, canlanamaması itibariyle bir müddet sonra uyumaya bırakıldı.
Her şeye rağmen bugün ülkemizde faal 21 serbest bölge bulunmaktadır.
2014 yılı itibariyle 2369’u yerli 658’i yabancı olmak üzere toplam 3027 firma bu serbest bölgelerde faaliyettedir. Bu 3027 firmanın 928’i üretim, 1348’i alım satım, 638’i ise diğer faaliyet kollarındandır.
2014 yıl sonu itibariyle 21 serbest bölgenin toplam ticaret hacmi 22.4 milyar dolardır. Ege Serbest Bölgesi 4.3 milyar $’lık iş hacmi ile ilk sırada yer almaktadır. Çağdaş alt yapısı, yönetimi, üretim ağırlıklı olması ve en fazla yabancı sermayeli yatırımı çekmesi itibariyle de diğer serbest bölgeler içinden pozitif olarak sıyrılmaktadır.
Ancak, bu serbest bölgeler içinde fonksiyonlarını yerine getiremeyen, faaliyetleri sembolik düzeyde kalanlar da oldukça fazladır. Örneğin, Rize Serbest Bölgesi’nin Ticaret hacmi 2013’de 3.6, 2014’de 3.5 milyon dolardır. Mardin Serbest Bölgesi’nde ise faaliyet bulunmamaktadır.
Serbest Bölgelerde yaratılan istihdam 2014 yılsonu itibariyle 50.631’i işçi olmak üzere toplam 61.505’dir. Ege Serbest Bölgesi istihdam verileri açısından da 17.042’lik istihdamı ile açık ara birincidir.
Ülkemizde her alanda olduğu gibi serbest bölgeler konusunda da maalesef amaca uygun politikalar tespit edilip, dolayısıyla amaca uygun sonuçlar elde edilememiştir.
Amaç, yabancı sermaye çekmek ve bu yolla istihdam olanakları, yeni teknolojiler, know how ve yeni pazarlar elde etmek iken, sayılardan da görüleceği üzere daha çok yerli firmaların yer aldığı, üretimden çok ticaret ve diğer faaliyetlerin öne çıktığı; Türkiye’nin istihdam sorununa bile çözüm getirmeyen yapılarla karşı karşıyayız.
Ahbap çavuş ilişkileri ve politik baskılarla doğru dürüst fizibilite yapmadan tespit edilen yer seçimleri sonucunda ne yerli ne de yabancı yatırımcılar için buraları maalesef çekim merkezi olamamıştır.
Bir dönemin serbest bölge yönetiminin bu hazin durumu teşhis ve düzeltecek önlemleri alması beklenirken; maalesef tam anlamıyla aklın mantığın alamayacağı denemelere de kalkıştığını görmekteyiz.
Henüz hukuken var olmayan, kurulmamış bir şirket için çıkarılan kararname ile Kocaeli ve Sakarya’nın Karadeniz kıyısının 30 km’ sini ve derinliğinde 8 köyü mezarlıklarını, meralarını, su kaynaklarını, derelerini serbest bölge olarak ilan etme gözü dönmüşlüğünü dahi gösterdiler.
Neyse ki yanlış hesap yargıdan döndü.
Bugün serbest bölgeler maalesef halen tam doluluk oranına ulaşmamış, gerçek hedeflerinden sapmış bir fetret dönemi yaşamaktadır. Maliye ve Ekonomi Bakanlıklarının serbest bölgelere bakışlarındaki farklılıkların zaman zaman ortaya çıkardığı belirsizlikler, kuşkular burada yatırım yapmaya niyetlenenler kadar yatırım yapmış olanları da önünü görememe durumuna sokuyor.
Zaman zaman yetkili ağızlardan da duyduğumuz gibi Türk Serbest Bölgelerinin A’dan Z’ye yeniden ele alınmasında artık bir zorunluluk olduğunu düşünmekteyiz.
Düne ait ne varsa dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım.