Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı gerçekten Türkiye’nin en önemli yatırımlarının yapıldığı, en stratejik alanlarda hizmet veren bir bakanlıktı. Ne var ki, bu önemine uygun bir altyapıya sahip değildi. Tam manasıyla ihmale uğramış, bir kenara itilmiş bir haldeydi.
Ülke DYP-SHP koalisyonu tarafından yönetiliyordu. Hükümette olduğu kadar mecliste de konsensus sağlamak çok zordu. Her iki parti adeta birbirlerine rekabet ediyorlardı.
Enerji yatırımı yapamıyorduk. Bütçeden bu işe kaynak ayrılmıyordu. DPT’ nin yatırım programları pipeline’nda enerji yatırımları yer almıyordu.
Ne var ki Türkiye nüfus olarak olduğu kadar ekonomi olarak da büyüyordu. Dolayısıyla esasen yetersiz olan elektrik enerjisi arzının süratle artırılması gerekiyordu. Aksi takdirde Türkiye’nin zaman zaman yaşadığı karanlık dönemlere dönmesi, programlı kesintiler yaşaması kaçınılmazdı.
Durumu Başbakana anlatıp onun desteği ile enerji yatırımlarını programa aldırıp bir an önce yapımına geçmek gerekiyordu. Zaman kaybedecek lüksümüz yoktu. Zira en basit, en kolay bir enerji yatırımı bile 3-4 yıldan önce devreye alınamazdı.
Ancak Başbakan Süleyman Demirel (ki, kendisinin ilk başbakanlık yılları gerçekten çok başarılıdır. Cumhurbaşkanlığı ise “Cumhurbaşkanlığı nasıl yapılmalıdır” sorusuna tam bir yanıt gibi geçmiştir). Yasakların kalkmasını takiben koalisyon hükümetini kurarak başbakan olduktan sonra devlet işlerine bir türlü vakit ayıramıyordu.
Başbakanlıkta haftalarca davullar çalındı. Cambazlar oynadı. Bakanımız, bizim bakanlık bürokrasisi olarak bütün baskılarımıza rağmen Sayın Başbakandan özel bir randevu alarak bu önemli sorunu kendisiyle görüşme olanağı bulamıyordu.
Bir gün Ersin Beyin yanına girdiğimizde bize sevinçle müjdeyi verdi. “Başbakanla görüştüm” dedi. Sevinmiştik. Nihayet Bakanımız derdimizi Başbakana anlatmıştı.
Ancak, Ersin Bey anlatmaya devam edince sevincimiz yarım kaldı. Görüşme bir resepsiyonda ayaküstü olmuştu ve üç beş cümleyi geçmemişti. Umutlar bir başka bahara kalmıştı.
Bütçeden bu yatırımlar için kaynak bulma ümidimiz kalmamıştı. Geriye kalan tek alternatif Yap-İşlet-Devret modelini devreye sokmaktı. Ne var ki orada da zorluklar vardı. Bu modele karşı olanları biliyorduk. Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı Tevfik Altınok bu modeli “Duyun-u Umumiye” olarak niteliyordu ve çevresini de etkiliyordu.
Ersin Bey bir gün “Şu Tevfik’i bir öğlen yemeğine çağıralım ve mevcut durumu anlatalım. Yap-İşlet-Devret’e niye mecbur olduğumuzu anlasın, belki yumuşar” dedi. “Hatta DPT Müsteşarı İlhan Kesici’ yi de çağıralım. O da bizi destekler” dedi.
Sayın Bakanın bu talimatı üzerine Altınok ve Kesici ile bir öğlen yemeğinde beraber olduk. Sayın Bakan, Müsteşarımız Mahir Bey ve ben, beş kişi idik yemekte.
Biz, dilimiz döndüğünce olayın vahametini, zamanın daraldığını ve Yap-İşlet-Devret’ten başka çaremiz kalmadığını anlatarak, desteklerini isterken, desteğini verir ümidiyle davet ettiğimiz İlhan Kesici söz alarak hemen hemen Altınok’un kullandığı terminoloji ile karşı çıkarak Yap-İşlet-Devret modeline karşı olduğunu ifade etmez mi? Tabii buz kestik. Ne ummuştuk ne bulmuştuk.
Bugün enerji yatırımlarından pay kapmak için “Çantacı” tabir edilenlere A4 kâğıtlar için milyon dolarlar ödeyenler maalesef o tarihlerde enerji yatırımlarının farkında bile değildiler. Bütün çağrılarımıza duyarsız kalıyorlardı.
Bakanlık bizden önce akarsular üzerinde yapılacak enerji santralleri için 3096 sayılı yasaya göre enerji yatırım taleplerini toplamış ancak, bunlarla ilgili herhangi bir işlem yapmamış, teklifi verenler de bu tekliflerine ve sonuçlarına ilgisiz kalmışlardı.
Biz bunların ciddiyetini test etmek için harekete geçerek 3096 sayılı yasanın uygulama yönetmeliğinde, öngörülen sürede fizibilitelerini vermelerini talep ettik. Talepte bulunanların % 90’ından cevap bile alamadık. Özel kesim enerji sektöründe yatırıma ve YİD modeline henüz ilgisizdi.
Yabancı firmalara çağrımız da ilgi görmemişti.
Nihayet adı daha sonra skandallara karışan Amerikan Enron firması, Gama ile birlikte Marmara Ereğli’sinde yaklaşık 500 MW’lık bir doğalgaz çevrim santrali kurmak talebiyle kapımızı çaldığında bayram ettik. Çağrılarımız nihayet karşılık bulmuştu.
Ardından Japon Marubeni, İngiliz National Power ve Belçikalı Unit Investment de benzer taleplerle geldiler.
Enerji sektöründe bugün Türkiye’yi arz fazlasına götüren macera böyle başladı. Müzakereler aylar, hatta yıllarca sürdü. Bakanlığımız ve Türkiye Elektrik Kurumu firmalarla müzakere etmekle kalmıyor, onlardan daha katı olan Hazine, DPT, Danıştay ve akla gelen ve gelmeyen birçok etkili etkisiz güç odağı ile mücadele etmek zorunda kalıyordu.
Bu ilk deneyimler sistemin kurulmasını ve ondan sonra çok daha rahat ve sorunsuz işlemesini sağladı. Sistemin işlediğini gören yerli ve yabancı sermayenin bu alana yatırım arzusuna kamçıladı.
Her ilkde olduğu gibi burada da Bakanlığımız çok eleştirildi. Maliyetin yüksek olduğu söylendi. Ancak bu ilk başarılmasaydı, enerji yatırımlarına bu ilgi ve onun sonucunda elde edilen uygun koşullar sağlanabilecek miydi?
Türkiye’de yatırıma ilgi gösterilmeyen, hele enerji yatırımları gibi yüksek maliyetli ve geriye dönüşü uzun yatırımlara kesinlikle yanaşılmayan bir dönemden bahsediyoruz.
Türkiye’nin en önemli holdingleri, grupları o tarihlerde nerelerdeydiler? Tamamı bu sektöre adım attılar ama çok geç kalmadılar mı?
Ve son söz,
En pahalı enerji, olmayan enerji değil midir..?