Gelişmiş sanayi ülkelerinin, GATT (Genel Ticaret ve Gümrük Anlaşması) çerçevesinde ortak rekabet gücünü yitirmekte olan tekstil sektörlerini korumak amacıyla bu anlaşmanın genel felsefesine ters düşen Çok Elyaflılar Anlaşmasını (Multifibre Agreement) aktederek gelişmekte olan ülkelere 70’li yılların ikinci yarısından itibaren kota uygulaması başlattıklarını biliyoruz
İşte bu bela 1986 yılında artık hızla gelişmekte olan ve önemli pazarı Avrupa Birliği ülkeleri olan ülkemizi de vurmakta gecikmedi. Burada şimdi sözü bu günleri bizzat yaşayan ve kota sisteminin kurucusu, başkanımız Ertuğrul Önen’e bırakıyoruz.
“1986 yılında hemen hemen bizim tekstil sanayimiz açısından önem arz eden tekstil ve hazır giyim kategorilerinin tamamına yakınına kota sınırlaması acı gerçeği ile karşı karşıya kaldık.
Gerçekten şaşkındık. Şimdi ne yapacaktık? Bir kota uygulama tecrübemiz, pratiğimiz olmadığı gibi, elimizde kota uygulama yöntemi diyebileceğimiz bir hazırlık da mevcut değildi.
O tarihlerde Türkiye’nin en önemli, en dışa dönük, en fazla net döviz girdisi sağlayan, hızla büyüyen, rekabet gücü yüksek ve o tarihler itibariyle ihracatımızın % 35’ini sağlayan bir sektörün geleceği söz konusuydu.
Kaybedecek zamanımız yoktu. Ne yapacaksak çok hızlı yapacaktık. Zira hayat devam ediyor, aanayinin üretim çarkları dönüyordu. Bu nedenle ihracatımızın sekteye uğraması felaket olurdu.
Elimizde İstanbul İhracatçı Birlikleri bünyesinde bulunan, 1975 yılında İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği adıyla kurulan ve 1978 yılında İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçı Birliği adıyla yeniden düzenlenen yapı dışında kota uygulamasında kullanabileceğimiz ikinci bir enstrüman mevcut değildi.
İstanbul İhracatçı Birlikleri içerisinde bu birliğin ne kendine özgü bir kadrosu, ne de imkanları vardı.
İlk iş, tekstil ve konfeksiyon ihracatını bu durum karşısında güçlü bir örgüt yapısına kavuşturmaktı.
Hukuki süreci tamamlayarak, fiziki ayırma çalışmalarına bir hizmet binası kiralayarak başladık.
İstanbul İhracatçı Birliklerinin Genel Sekreteri Mecit Ataklı idi. Tabii biz birlik personelini tanımadığımız için deyim yerinde ise ne kadar kurtulmak istediği kişi varsa yeni kurulan birliğe göndermişti.
Bu arada İTKİB’ e bizden ayrılmış ve halen bir özel sektör kuruluşunda çalışmakta olan Tuncer Öğün’ü Genel Sekreter olarak atadık. Sonra alt kadrosunu takviye ettik.
Bilgisayar günlük hayatımızda yeni yeni yer almaya başlamıştı. Kiralanan binanın bir katı otomasyon birimi olarak düzenlendi. İçerisi soğutuluyordu. Bonelerle ve ayağa galoş takılarak giriliyordu. Herhalde kapasite bugünün bir laptopundan fazla değildi. Ama o günlerde canımızı kurtarmıştı.
Elimizde doğru dürüst ne kapasite, ne üretim ne de ihracat verisi vardı. Kotayı nere göre dağıtacaktık? Hızla veri toplamaya, bu verilerin doğruluğunu teyit ettikten sonra bunları bilgisayar verisi haline getirmek için hummalı bir çalışmaya girdik.
Bu çalışmaları yaparken hani “damdan düşenin halinden damdan düşen anlar” örneğine uygun olarak bu deneyimi yaşayan ülkelerden bilgiler topladık. Ancak, bu bilgiler ve deneyimler bizi fazla tatmin etmemişti. Zaten fazla bilgi toplayacak zamanımız da yoktu. Biz kendi kota dağıtım sistemimizi kuracaktık.
Biz bir yandan fiziki altyapıyı oluştururken, bir yandan da kota dağıtım sisteminin temellerini kurmak gayreti içerisindeydik.
Koca bir sektörün kaderi ve ülkenin çok önemli bir meselesi bizden çözüm bekliyordu.
Günlerce gözüme uyku girmemişti. Yattığım yerden olasılıkları düşünüyordum. Kendimi bazen sanayici, ihracatçı; bazen bu sektöre yeni giren bir firma; bazen de ülke çıkarlarını korumaya çalışan, düzeni sağlayan, hak geçirmeyen kamu otoritesi yerine koyuyordum. Esasında bu sonuncusuydum. Ancak masanın diğer yanlarında oturanların geleceklerini, çıkarlarını da kendimi onların yerine koyarak düşünmek zorundaydım.
Önce prensipleri koyduk.
Bizim kuracağımız sistem;
– Açık ve şeffaf,
– Tüm ilgili kesimler tarafından kontrol edilebilir,
– Adil, eşit ve objektif,
– Dış müdahalelere ve takdir hakkı kullanımına kapalı,
– Mevcutların, kurulu kapasitelerin haklarını gözeten; ancak, sektörü büyütecek, geliştirecek yenilerin de katılımına imkan sağlayan,
– Herkesin bir sonraki yılını hesaplayabildiği,
bir sistem olacaktı.
Bunlar bugün aklımda kalanlar.
Sonuçta past performansı, serbest kotaları, süreleri, teminatlar ile uygulanabilir, adil, şeffaf hesaplanabilir, kontrol edilebilir bir sistemi kısa sürede hayata geçirdik.
Bu sistem, Türkiye’ de önemli sayılacak bir menfaatin hemen hemen sorunsuz bir şekilde dağıtımını mümkün kıldı.
Hiç kimseye en küçük bir ayrıcalık sağlanmadı. İstanbul’da Birliğin sıradan bir görevlisi ne diyorsa, Ankara’da genel müdür de aynı şeyleri söyledi.
Tabii en önemlisi ne o dönemin Başbakanı Turgut Özal’dan (merhum) ne Bakanımız Kaya Erdem’den ne de Müsteşarımız Ekrem Pakdemirli’den (merhum) bu konuda ne bir baskıya, ne özel bir talebe muhatap olmadık. Sistem o sayede bir makina düzeninde işledi. Uzun yıllar egemen kaldı. ABD ve Kanada’nın koyduğu kotalarda da aynı yöntem uygulandı. Ben o dönemde gece gündüz bizimle birlikte görev yapan, bize destek olan, sektörlerinin öncüleri, kahramanları, bazıları artık aramızda bulunmayan özel sektörden dostlarımızı da minnetle anıyorum.”
Sayın Önen’ e teşekkürler.
Ancak, bu vesileyle İTKİB’e ( İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon Birlikleri ) de bir küçük serzenişimiz olacak. WEB sayfalarında İTKİB tarihçesini ne yazık ki tüm geçmişiyle göremedik.
Oysa kurumlar uzun geçmişleri ve tarihte üstlendikleri görev ve sorumluluklarla büyürler.
İTKİB WEB sayfasında bulamadığımız bu bilgileri İTKİB eski genel sekreteri Akif Yurtcan’ın 2006 yılında hedef dergisinde kaleme aldığı bir yazıdan ve sayın Önen’ in bu döneme ait anılarından temin ettik.
Türk tekstil ve hazır giyim sektörünün en önemli kuruluşu olan İTKİB’in, yakın geçmişine ve kuruluşuna vesile olanlar ile bu yaşananlara daha fazla ilgi göstermesi ve canlı tutması dileğiyle.