Kamuda bir görevden isteyerek veya istemeyerek ayrılmak olduğu gibi, yine bir kamu görevine hiç talip olmadan bir emrivaki ile atanmak da olabiliyor.
Olabilir diyorum. Çünkü ben, Ertuğrul Önen olarak yaşadım.
O tarihlerde Federal Almanya’nın Başkenti Bonn’da Ekonomi ve Ticaret Başmüşaviri olarak görev yapıyorum. Gerçi artık görev süremin son yılına girmişim ama rahatım yerinde. Türkiye koşullarına göre kıyaslanmayacak kadar iyi bir maaşım var. Ren nehrinin kenarında, penceresinden bakınca adeta bir boğaz manzarasını andıran Ren Nehri görüntüsü ile Königswinter kasabasını tepeleri, şatoları İle gösteren tablo gibi bir manzaraya sahip bir evde oturuyorum. Evin arka cephesi ise büyükelçiliğe bakıyor. Sessiz, sakin, huzurlu bir ortam.
Küçük kızım British High School’da okuyor.
İşte böyle bir ortamda görev yaptığım sıralarda Süleyman Demirel’in başkanlığında 49. Hükümet kuruldu.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına, Ege Bölgesi Sanayi Odası ve ardından Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği başkanlığından tanıdığım Ersin Faralyalı (merhum) getirildi. Müsteşarı ise Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığında İhracat Genel Müdür Yardımcısı ve İhracat Genel Müdürü olarak maiyetinde görev yaptığım eski müsteşar yardımcım ve sevdiğim dostum Mahir Barutçu oldu.
Kendilerini tebrik ettim. Başarı dileklerimi ilettim. Bununla hükümet değişikliği ve buna bağlı gelişmeler artık benim gündemimden çıkmıştı.
Sıradan bir gündü. Sekreterim Türkiye’den Enerji Bakanlığı Müsteşarlığından arıyorlar dedi. Arayan Mahir Bey’ di. Hal hatır sorma faslından sonra “ Ertuğrul bak, Ersin Bey ve ben buradayız. Bir sen eksiksin. Seni buraya Müsteşar Yardımcısı olarak istiyoruz” dedi. Ben bir şey söylemeye çalışırken “Ersin Bey’in yanındayım. Ona veriyorum” dedi. Ersin Bey de hal hatır faslından sonra, “Mahir Bey’i duydun seni bekliyoruz” dedi. Şimdi çok net hatırlamıyorum ama sanıyorum bu görüşme böyle bitti.
Daha 1 saat geçmeden Mahir Bey’i aradım. “Küçük kızımın okulu tamamlaması için daha en az 6 ayı var. Sizi kıramam, kariyerime uygun bir görev olmasa da sizinle birlikte olmak için gelirim. Ancak bana 3-4 ay müsaade edin” dedim. Mahir Bey olur, bakarız” dedi.
Hiç değilse biraz rahatlamıştım. Ben dönerdim. Ailem benden sonra bir iki ay daha burada kalabilirdi. Bir yandan da tedirgindim. Yıllarca dış ticarette çalışmış, kariyerini bu alanda yapmış biri olarak Enerji Bakanlığında ne işim vardı? Ancak dostlarımın bana gösterdiği teveccühü de dikkate almamazlık edemiyordum. Çelişkili bir ruh hali içindeydim. Kendimi teselli ediyordum. Nasıl olsa daha 3-4 ay zamanım vardı. Allah büyüktü.
Bir öğlen dönüşü odama girdiğimde masamın üzerinde bir sarı zarf durduğunu gördüm. “Hayırdır” diye düşündüm. 30 yıl resmi görev yaptım ama bu sarı zarflardan hep ürküntü duymuşumdur.
Mahir Bey’le konuşalı daha iki hafta bile olmamıştı. Dolayısıyla bu tayin kararı olamazdı.
Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığından gelen zarfı tedirgin bir şekilde açtım. Korktuğum başıma gelmişti.
Başmüşavir Ertuğrul Önen, …. Tarih ve …. Sayılı müşterek kararname ile 1+… kadrolu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığına atanmıştır. Adı geçenin ayrılışının bildirilmesi” ibaresini taşıyan yazı beynime adeta balyoz gibi inmişti.
Yapacak bir şey yoktu. “Emir demiri keserdi”. Telefonla Mahir Bey’e biraz serzenişte bulundum. Ancak 15 günlük mehil müddeti içinde Ankara’ya intikal ettim. Ailem Almanya’da kalmıştı. Allahtan Ankara’daki evimizi kapatmamıştık. Görev yaşamımda yeni bir sayfa açılmıştı. Bakanlıkta bakan ve müsteşar dışında tanıdığım hiç kimse yoktu. Tamamen yabancı bir çevredeydim.
O tarihlerde Enerji Bakanlığı, bugünkü Şehirlerarası Otobüs Terminali (AŞTİ) nin yanında yer alan binada idi. AŞTİ daha yapılmamıştı.
Dış ticaretten sonra Enerji Bakanlığı bana adeta bir taşra görevi gibi gelmişti. Mahir Bey de uzun yıllar Devlet Planlama Teşkilatında, ardından Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığında görev yapmıştı. O da aynı duygular içindeydi. Bakanımızda farklı düşünmüyordu.
Türkiye’nin en önemli yatırımcı bakanlığı gerçekten ihmal görmüştü.
Adeta bağlı kuruluşlarının hegemonyası ve yönetimi altında idi. Çünkü Türkiye’nin çok önemli Kamu İktisadi Kuruluşları olan TEK (Türkiye Elektrik Kurumu), TPAO (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı), TKİ (Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu), BOTAŞ (Boru Taşımacılığı Anonim Şirketi), TTK (Türkiye Taşkömürü Kurumu), Etibank, Bakanlığın ilgili kuruluşları, MTA (Maden Tetkik Arama Kurumu ve EİEİ ( Elektrik İşleri Etüt İdaresi) ise bağlı kuruluşları idi. Ayrıca Kamu İktisadi kuruluşları tarafından kurulmuş iştirak statüsünde onlarca şirket vardı.
Ben bu durumu, kocaman çok gelişmiş bir gövdenin üzerinde ufacık bir kafa ve fındık kadar beyin diye tanımlıyordum.
Bakanımız Ersin Bey burada hiçbir şey yapmasak da hiç değilse şu bakanlığı fiziki ve hukuki altyapısı ile adam edip, çağdaş bir düzeye getirelim diyordu.
Mahir Bey görev yaptığı müsteşar makam odasını “Taşra köy hizmetleri müdürü odası” diye alaya alıyordu.
Bakanlığın milyon dolarlık müzakerelerin yapıldığı toplantı odası içler acısı bir haldeydi. DMO’dan alınmış teneke kül tablaları en basit vinyl kaplı kahverengi sandalyeler. Tamam, lüks ve ihtişam olmasın ama böyle özensiz bir ortamda muhataplarınız bile sizi ciddiye almaz.
Yolum bir gün oturduğum katta yer alan kütüphaneye düştü. Adı kütüphane idi. Eski resmi gazete ciltleri ve günü geçmiş üç beş mesleki dergiden başka bir şey yoktu tozlu raflarda.
Bir odada 5 kişi çalışıyorsa, bunların beşi de farklı kurumların mensupları ve farklı statüleri olan ve birbirleriyle kıyaslanmayacak maaş farklılıkları bulunan kişilerdi. Kimi TEK çalışanı, kimi BOTAŞ mensubu ya da TKİ görevlisi idi. Az da olsa Enerji Bakanlığı kadrosunda görev yapanlarda vardı. En az maaşı da bunlar alıyordu.
Devlette hep böyle olmuştur. Devletin asli görevlerini yapan ve adı devlet memuru olan görevliler o büyük devlet yapısı içinde maaş açısından hep en aşağıdakiler olmuştur.
Biz dış ticaret olarak Ticaret Bakanlığı bünyesinde yer alırken işte o en aşağıdakiler kategorisindeydik. Keza, Hazine de Maliye Bakanlığı içinde yer alırken bizim durumumuzdaydı.
Ne vakit ki Hazine ve Dışticaret birleşti, başımızdaki eski DPT mensubu müsteşarımız Ekrem Pakdemirli, Müsteşar Yardımcımız yine eski DPT’li Mahir Barutçu ve tabii Başbakanımız, yine eski bir DPT’li Turgut Özal’ın himmet, destek ve uygun görmeleri ile biz de DPT’nin sözleşmeli düzenine geçtik. Bizler aynı kişiydik ve aynı işi yapıyorduk ancak bu değişimle maaşlarımız iki katına çıktı. Başlarda ayrıca 4 ikramiye alırken, sonlarda ikramiye sayısı da 6’ya çıktı. Artık biz de en üsttekilerden olmuştuk.
İşte bu değişimi yaşayan biri olarak Enerji Bakanlığı’ndaki bu kaosu daha iyi anlayabiliyordum.
Kısa bir süre içerisinde Enerji Bakanlığında genel müdür, genel müdür yardımcısı unvanlarının olmadığını gördüm. En üst mevkiler başkanlıktı.
Enerji Dairesi Başkanı, Maden Dairesi Başkanı gibi ünvanlar vardı. Personel Dairesi Başkanına bunların planlamada olduğu gibi genel müdürlük düzeyinde başkanlıklar olup olmadığını sorduğumda, aldığım cevap beni şoke etmişti. Bu başkanlıklar genel müdürlük bünyelerindeki daire başkanlığı düzeyindeydi. Bunların altında ise şube müdürleri yer alıyordu. Şube müdürlüğü kadrosu bile aslanın ağzındaydı. Bu koca bakanlık kasten mi böyle güdük bırakılmıştı..?
Bu duruma canım çok sıkıldı ve Mahir Bey’ e giderek, “Bakın siz burada müsteşar değil genel müdür, bense genel müdür yardımcısıyım” dedim. Şaşırdı, “Niye?” diye sordu. “Çünkü altımızdaki ilk ünvanlar genel müdürlük, daire başkanlığı düzeyindeki başkanlıklar” diye cevap verdim.
Zoraki görevim zorlu başlamıştı. Ancak zorluklar yenilmek içindi.
Bu serüvene devam edeceğiz.