BİR ZAMANLAR İLETİŞİM ( HABERLEŞME ) III
Sayın Önen’in konuyla ilgili anı ve geçmiş gözlemlerine geçen hafta kaldığımız yerden devam ediyoruz.
“Sıradan yurttaşların haberleşme eylem ve serüvenlerine değindikten sonra acaba devletin kendi yapısı içerisinde bu haberleşme çarkı nasıl dönüyordu? Ve zaman içinde nasıl evrim geçirdi?
Yaşadıklarımla bu hususa da değinmek isterim.
İlk memuriyetim T.C. Ziraat Bankası’nın yeni kurulan “Dış Muameleler Müdürlüğü’nde idi. Müdürlüğümüzün amirler, şefler ve memurlardan oluşan servisinde telefon yalnızca amirler ve şeflerin masasında bulunan bir statü sembolüydü. Ancak bunlar direkt telefon olmayıp santral üzerinden bağlantı kurulabilen cihazlardı.
Sonraları ben şef muavini oldum. Benim masama da bir telefon konulduğunda onun bir haberleşme aracı olma yönü değil, statü sembolü olması beni daha çok cezbetmişti.
Müfettişlik yaptığım dönemin haberleşmesi ise telgraf ile yapılırdı. “Eldeki işler tamamlandı talimatları arz” gibi bir ifade ile bulunulan yerde görevin tamamlandığı bildirildiğinde Bakanlık Teftiş Kurulu’ndan “Merkezdeki görev yerine hareket” veya “Konya’ya hareket; talimat yolda” gibi fazla ücret tutmasın diye kısaltmalı ibarelerle haberleşilirdi. Telefon kullanmak söz konusu bile değildi.
Ticaret Bakanlığı’nda İhracat Genel Müdür Başyardımcısı oldum. Sekreteryamız Genel Müdürle müşterekti. Genel Müdürlük’te bir hat genel müdüre aitti. Diğer bir hattı benimle bir genel müdür yardımcısı müşterek kullanıyorduk. Üçüncü bir hat ise diğer üç genel müdür yardımcısı arasında paraleldi. Tüm Genel Müdürlüğün harici konuşma yapılabilen telefon sayısı üç adetti.
İhracat gibi haberleşmenin çok önemli olduğu bir hizmet alanındaki haberleşme imkânları bundan ibaretti. Yurtiçi ve yurtdışı telefonla bilgi almak, talimat vermek isteyen daire başkanları, şube müdürleri sekretaryadaki genel müdürün telefonundan bu ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlardı.
Zaman zaman genel müdürümüzün sekretaryaya çıkıp “telefonu bloke ediyorsunuz, beni arayanlar ulaşamıyor” diye çıkıştığını duyardım.
Yazılı metin gönderimlerinde bugün kullanılan faks, mail gibi sistemler yoktu. Teleks tabir edilen ve bir şeride kaydedilen yazıyı karşı tarafa aktaran bir alet kullanılırdı.
Bakanlıkta İdari İşler Daire Başkanlığı’nda bir adet olan bu cihazdan bir yazı göndermek için sıraya girilirdi. Bazen çok acil bir mesajın günlerce gönderilmeyi beklediği olurdu.
Benim zamanımda telefon sorunu sayısal açıdan çözüldü. Ancak telefonumuz vardı ama bu telefonla istediğimiz yerle, istediğimiz zamanda görüşmemiz mümkün olamıyordu. Çünkü şehirlerarası ve uluslararası telefon numaralarını yine santral üzerinden yazdırarak bağlatmamız gerekiyordu.
Bu açıdan PTT tam eşitlik ve adalet ilkesiyle hareket ediyordu. Özel kişi veya devlet fark etmiyordu.
Kimin parası çoksa o önce konuşabiliyordu. Normal yerine acele veya yıldırım yazdırmak konuşma faturasını artırıyordu ancak daha öncelikli olarak konuşmanızı sağlıyordu.
Görev yaptığım yıllarda en önemli ihraç ürünümüz fındık idi. Dolayısıyla Giresun’daki İhracatçı Birliği ile çok sık temas kurmamız ve zaman zaman gecikmesi sakıncalı sonuçlar doğurabilecek acil talimatlar iletmemiz gerekiyordu. O yıllarda fındık ve çayın yarattığı refahla Doğu Karadeniz şehirleri ile yıldırım bile konuşmak çok zaman alıyordu. Çünkü herkes yıldırım konuşuyordu.
Bu nedenle ihtiyaç doğduğunda Bakanın özel kalemine giderek Bakanın telefonundan aramak suretiyle bu zorluğu yenmeye çalışıyorduk. Çünkü bakan telefonları konuşma önceliğine sahipti.
Göreceğiniz gibi özel yaşamda olduğu kadar devlet yaşamında da haberleşme zor bir eylemdi.
Ticaret Müşaviri olarak Hamburg’a tayin oldum. Alman Posta İdaresi’ne başvurdum anında evime telefon bağladılar. Bu, alışmadığım bir dünya idi. Televizyonda Alman Posta İdaresi’nin daha çok telefon bağlatmayı ve kullanmayı özendiren reklamları dönüyordu.
Ancak, bizim büroda Türkiye gerçeği değişmiyordu. Ulaşacağımız yer Türkiye olunca elinizin altında telefonun mevcudiyeti ve bulunduğunuz ülkenin bu konuda çok gelişmiş olan Almanya olması işimizi kolaylaştırmıyordu.
Bazen Türkiye’de bir numaraya ulaşmak için saatlerce telefon kadranı çevirdiğimiz oluyordu. Parmaklarımız adeta nasır tutuyordu.
Tabii daha kötüsü göndermek zorunda olduğumuz yazılı metinlerde yaşadığımız güçlüklerdi.
Siemens marka bir teleksimiz vardı. Eski bir cihazdı. Ancak yaşadığımız güçlük ondan kaynaklanmıyordu. Güçlük Türkiye’nin haberleşme altyapısının yetersizliği idi. Bazen sabahtan başlardık aramaya. Akşam mesai bitiminde halen aradığımız numaraya ulaşamadığımız olurdu.
Telekste numarayı çevirince iniltiye benzer bir ses belirir ve bu müddet devam ederdi. Numara bağlanmazsa bir şıkırtı ile bağlantı kesilirdi. Bağlandığında ise ses daha farklıydı. Bu sesi duyunca büyük ikramiye çıkmış gibi sevinirdik. Teleksin şaryosu hareket etmeye başlardı. Satır sonuna gelince “gümmm” diye bir ses çıkarır ve başa dönerdi. Arkadaşlar bu satır sonundaki duruma “kafa atma” derlerdi.
En fecisi de saatlerce uğraşarak sağladığımız bağlantının, yazı tam sonlanmadan kesilmesi olurdu. Bağlantının kurulması ile yaşanan sevinç bu kez yerini çaresizliğe ve hüsrana bırakırdı.
O yıllarda iktidar değişikliğinden sonra göreve gelenlerin, biraz da bana eziyet etmek arzularından dolayı “bir şey olsun olmasın, fındık ve çekirdeksiz üzüm piyasasının durumunun günlük olarak bildirilmesi” talimatı verildi.
Çoğu kez “piyasada değişen bir şey olmamıştır” mealindeki bir iki cümlelik piyasa raporlarını hazırlamak sorun değildi. Ancak, sorun bunların merkeze nasıl ulaştırılacağı idi. Eğer bir aksama olursa merkezin bunu sorun yapmak için hazır beklediğini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yoktu.
Birkaç ay çok zorlandığımızı hatırlıyorum. O tarihlerde yardımcım olan ve daha sonraları Başbakan Tansu Çiller’in özel kalem müdürlüğünü de yapan Akın İstanbullu bu mesajları verebilmek için akşam geç saatlere kadar büroda uğraş verirdi. Hatlar biraz boşalınca daha kolay ulaşıldığını söylerdi. Bazen de eve gider. Geç vakit tekrar büroya dönerdi bu mesajları vermek için.”
Ceplerindeki telefonlardan dilediği zamanda, dilediği yere mesaj gönderen, mail atan veya dünyanın herhangi bir yeriyle zahmetsizce konuşabilen günümüz kuşaklarına bu anlatılanlar abartılı gelebilir.
Ancak, bunlar ülkemizin gerçekleriydi. O nedenle hepimizi nereden nereye diye düşündürmeli ve haberleşme altyapısının bugünkü düzeye gelmesinde emeği geçenlere minnet duymalıyız.