1980 ihtilalinden sonra askeri yönetim tarafından başbakan yardımcısı sıfatıyla ekonominin başına getirilen Turgut Özal, Türkiye’nin korumacılığa dayanan sanayileşme modeli yerine, rekabete, üretime dayalı dış dünya ile entegre olmuş bir kalkınma modelinin temellerini atmaya başladığını, yaşları itibariyle o yılları hatırlayanlar bilirler.
Turgut Özal daha sonra Anavatan Partisi ile 1983 yılında iktidar olduktan sonra 1980 yılında, hatta ondan önce 43. Hükümet döneminde Başbakanlık Müsteşarı ve DPT Müsteşar vekili olarak görev yaptığı dönemde ilk temellerini attığı bu yeni ekonomi politikasını bu kez tüm unsurları ile uygulamaya sokmuştur. İzin ve kontrol esasına dayalı, gümrükler ve fonlarla sıkı sıkıya kontrol altında tutulan dış ticaret rejimi, GATT görüşmelerinin yavaş yavaş Dünya Ticaret Örgütü’ne doğru evrilmesi, ayrıca, Avrupa Birliği’ndeki adaylığa üye statümüz de dikkate alınarak tamamen liberalleştirilmiştir.
En önemlisi dövizi ve dövizli ödeme araçlarını bir tabu haline getirmiş ve Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu ile ağır yaptırımlar altına alınmış olan Kambiyo Rejimi de, Dış Ticaret Rejimi’nde olduğu gibi liberalleşmeden nasibini almış, döviz-efektif her türlü yabancı ödeme vasıtası serbestçe alınır, satılır hale gelmiştir.
Bankalarda dövizli mevduat hesapları açtırılması, adım başında açılan döviz bürolarında her türlü yabancı paranın alım satımı mümkün hale getirilmiştir.
Yurt dışına çıkışlarda 200.-$’lık bir döviz tahsisi yapılırdı. Bu parayla orada kaç gün kalırsanız kalın, ne yaparsanız yapın tüm masraflarınızı karşılamanız beklenirdi. “Zor oyunu bozar” diye bir deyim vardır. İşte Türk halkı bu deyime uygun olarak çareyi yaratmıştı. Ya karaborsadan temin edilen dövizler kuşakların veya ceket astarlarının arasına saklanarak götürülürdü. Ya da burada siz birilerine TL öderdiniz. Onlar sizin gittiğiniz yerde size o ülkenin parasını ödetirlerdi.
Bu suni yöntemler doğal olarak riski ve maliyeti yüksek uygulamalardı. Ne var ki, çaresiz insanlar bu yollara başvurmak zorunda kalıyorlardı.
Eskiden Maliye Bakanlığı bünyesinde yer alan Hazine’de çalışan arkadaşlarımızdan, tanınmış iş adamlarına, sanatçılara rica minnet sonucu nasıl döviz permisi verildiği hikayelerini çok dinledik.
İhracatçı kazandığı dövizi kambiyo rejimine göre belirlenen süreler içerisinde yurda getirerek yetkili bir bankaya satmak ve döviz hesabını kapatmak zorundaydı. Eğer bu yükümlülüğü yerine getirmezse ek süreler verilir, buna rağmen döviz hesabı kapatılmazsa ağır yaptırımlarla karşı karşıya kalırdı.
Zor yıllardı. Yurt dışında görev yaparken çok sık tanık olurduk. İhracatçılarımız reklamasyona uğrayan, eksik çıkan veya alıcı tarafından bedeli tamamen veya kısmen ödenmeyen mallar için kambiyo takibatına uğrama tehlikesiyle karşı karşıya kalırlardı. Bu durumun kendi kusurları olmadığını, somut ve haklı bir gerekçesinin bulunduğunu kanıtlamak durumundaydılar.
Geçerliliği kambiyo otoriteleri tarafından kabul edilebilecek resmi belgeler, raporlar ve o ülkelerdeki ticaret müşavirliklerinin bu konudaki görüş ve tespitleri yardımcı olabilecek belgeler sınıfındaydı.
Yüz binlerce dolarlık ihracat partilerinde eksik ödenen birkaç bin dolar sorun olurdu ve çoğu kez ticaret müşavirleri devreye girip raporlayarak ihracatçılara yardımcı olurlardı.
İhracat bedeli ise, asgari ihraç fiyatı, tescil fiyatı adı altında yapılan fiyat kontrol ve izin mekanizması ile sabitlenirdi. Yani ihracatçının oynayabileceği bir alan mevcut değildi.
Alıcısını ziyaret edecek, orada belki alıcılarını ağırlayacak, ikramda bulunacak, firmasının tanıtımı için çalışmalar yapacak, bu kişiler bunu nasıl yapacaklardı?
Sıkı kambiyo rejimi devam ederken “Gösterge Fiyat” diye bir kavram icat ettik. Yani bu bir gösterge olarak kabul edilecek ancak, mutlaka uyulması zorunlu olmayan bir fiyat düzeyi demekti. Ardından ihracat dövizlerinden küçük bir bölümünün, ihracatçının yurt dışındaki gereksinimleri için yurt dışında bırakabileceğine ilişkin bir düzenleme getirdik. Her iki düzenlemenin de nasıl bir rahatlık getirdiğini, adeta bir devrim gibi karşılandığını anlatamam.
Günümüzün son derece liberal Dış Ticaret ve Kambiyo Rejimi’nden başkasını tanımayanlar için her halde bu anlattıklarım pek anlaşılır şeyler olarak görülmeyecektir. Ancak, bunlar o dönemin yaşanan gerçekleriydi.
Bu karabasan ortamından 1980’den sonra adım adım kurtulan dış ticaretimiz solumaya başladığı liberal ortamdan nasıl yararlandı ne yönde gelişti. Bunları da gelecek hafta ele alacağız.