Bu haftanın başlığı, takipçilerimize biraz tuhaf, biraz da gramere ters gelmiş olabilir. Aşağıda getireceğimiz açıklamalar, başlığımızı anlamlandıracağını umuyoruz.
Konuya, 2014 yılının TÜİK dış ticaret istatistiklerini vererek başlayalım. TÜİK, 2014 yılı ihracatımızı 157,6 milyar dolar, ithalatımızı 242,2 milyar dolar olarak ilan etmiştir. Dış ticaret açığımız 84,6 milyar dolar, ihracatın ithalatı karşılama oranı da % 65,1’dir. Genel tablo budur. Pek iç açıcı olmayan bu tablodaki, dış ticaretin can alıcı verileri olan “açık” veya “karşılama oranı” gibi parametreleri bir tarafa bırakıp, ihracatımızın genel yapısına göz atalım.
“İhracatın genel yapısı” kavramıyla kastettiğimiz, genellikle yapıldığı gibi “sektörel veya ürünler itibariyle kompozisyon” değil, yazımızın ruhuna da uyması bakımından ihracatta, deyim yerindeyse “kendi göbeğimizi kendimizin kesip kesemediği” hususudur. “Göbeği kesmek” söyleminden devam ederek hemen şu vakıayı belirtelim: İhracatımızda kendi göbeğimizin ancak yarısını kendimiz kesebilmekteyiz!
Fazla merak uyandırmadan, en sonda söyleyeceğimizi hemen bu noktada söyleyelim: 2014 yılı ihracatımızın yaklaşık yarısı -önceki yıllarda olduğu gibi-, “Dahilde İşleme Rejimi” diye adlandırılan sistem çerçevesinde, KDV’den ve gümrük vergilerinden muaf olarak ithal edilen ham madde ve ara mamullerden üretilen ürünlerin ihracıyla gerçekleştirilmiştir. Başka bir ifade ile, ihracatımızın yarısı (veya yarısına yakın bir miktarı) diğer ülkelerden ithal edilen ürünlerin işlenmesi sayesinde yapılabilmektedir.
Burada şöyle bir itiraz gelebilir: “Katma değer yaratıp ihraç ediyoruz, ne var bunda?”. Yürürlükteki mevzuata göre, tekstil ve konfeksiyon için % 60, diğer ürünler için de % 80 oranında bir döviz kullanımına izin verilmektedir. Nedir bu “döviz kullanım oranı”? Devlet bununla demektedir ki “100 dolarlık bir ihracat yapacaksan bu iş için sana KDV’den ve gümrük vergilerinden muaf olarak 80 dolarlık (tekstil ve konfeksiyon için 60 dolarlık) ham madde ve ara mamul ithalat izni veririm”. Bu durumda yaratılacak katma değer bakımından, tekstilde % 40, diğer ürünlerde % 20 ile yetinilmektedir.
Şu şekilde de bir itiraz gelebilir: “Gelişmiş ülkeler de bu sistemden yararlanıyorlar”. İtiraz bu “yalın” haliyle doğrudur. Ama hemen şu sorunun sorulması gerekecektir: “O ülkeler toplam ihracatlarının ne kadarını dahilde işlemeye dayandırmaktadırlar?”. Avrupa Birliği’de bu oran, ülkeden ülkeye % 5 ila % 10 seviyelerinde değişmektedir. Örnek vermek gerekirse, 1,5 trilyon dolarla dünya ihracatının üçüncüsü konumunda olan Almanya’nın dahilde işleme sayesinde yaptığı ihracat “ancak” 100 milyar dolarlar seviyesindedir.
Anlatmaya çalıştığımız durum, bir taraftan ihracatımızın yapısal bir sorununa işaret ederken, diğer taraftan da, cari açık sorunumuzun en önemli unsuru olarak ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki konuya, esas itibariyle “cari açık” penceresinden bakmak daha isabetli bir yaklaşım olarak değerlendirilmelidir.
Çare, -teorik olarak- çok basittir: Yurt içindeki ham madde ve aramalı üretim maliyetleri düşürülecek ve bu suretle, örneğin İstanbul’daki bir konfeksiyon ihracatçısı (üretici-ihracatçı) ihtiyacı olan kumaşı (ham maddeyi) 10.000 Km. uzaktaki Hindistan’dan almak yerine, 200 Km. uzaktaki Bursa’dan alacaktır. Teorik olarak basit gibi görünen bu durum, yurt içi maliyetlerin düşürülememesi (ilgili mevzuattaki ifadeyle “ihraç ürünlerimize uluslararası piyasalarda rekabet gücü kazandıracak maliyetlerle”) nedeniyle onlarca yıldır bir türlü çözülememektedir.
İşte tam bu noktada son olarak, “dahilde işleme ve ihracat” eksenini, rasyonel bir yapıya kavuşturabilmek amacıyla (hatta buna “dahilde işleme akışının dizginlenebilmesi amacıyla” da diyebiliriz) Yatırımlarda Devlet Yardımları (eski adıyla “Yatırım Teşvikleri”) mevzuatında 2012 yılı Haziran ayında bir değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklikte konuya, “cari açığın kapatılması” mantığı ile bakılmış ve “ithal ikamesi” uygulamasını (ülkemizde 1980’lere kadar uygulanan, ancak başarılı sağlanamayan “yüksek gümrük vergisi duvarlarıyla iç sanayiin korunması ve bu suretle endüstriyel gelişme ve ekonomik kalkınmanın sağlanması” temeline dayanan iktisadi kuram) andıran bir yaklaşımla ve “Stratejik Yatırımlar” başlığı altında yeni bir düzenleme yapılmıştır.
İlgili mevzuattaki (Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkında Bakanlar Kurulu Kararı) “ithalat bağımlılığı yüksek ürünlerin üretimine yönelik yatırımlar stratejik yatırım olarak değerlendirilir” şeklindeki tanımlamada temel unsur “ithalat bağımlılığı yüksek ürünler” olarak hemen göze çarpmaktadır. “Stratejik Yatırımlar” için, işin tabiatı icabı, diğer yatırımlara oranla önemli ayrıcalıklar da tanınmış bulunmaktadır.
Aradan geçen üç yıldan sonra, dahilde işleme izinlerine ilişkin veriler, “Stratejik Yatırımlar” konseptinin henüz istenilen amaç doğrultusunda sonuç verme belirtileri göstermediğine işaret etmektedir. Ancak, böyle bir sistemin oturması için üç yılın yetersiz olduğunu da kabul etmek gerekmektedir. Sonuçların sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi için bir üç yılın daha geçmesinin beklenmesi gerektiği şeklindeki bir yorum yanlış olmayacaktır kanaatindeyiz.
Gelelim “İhracatımız ne kadar ihracat?” sorusuna. Yukarıda açıkladığımız hususlar ışığında ihracatımızın destekli 158 milyar, desteksiz 80 milyar dolar olduğunu söylemek bir gerçeğin saptanması olarak değerlendirilmelidir. Kastımız, ihraç ürünlerimizin tamamen ithal ham madde desteğinden arındırılmış olarak yapılmasında direnilmesi kesinlikle değildir. Bu, son derece tutucu, hatta çağdışı bir yaklaşım olur. Ancak % 50’lere varan bağımlılığın, AB ülkelerinde olduğu gibi % 10’lara doğru çekilebilmesi amaç olmalıdır. Ülke hayrına olan budur.
Bunun sağlanabilmesi durumunda, dahilde işleme nedeniyle iflas eden, üretimine son veren, başta tekstil ve konfeksiyon sektörü olmak üzere diğer sektörlerimize de canlılık gelecek, ekonomi hareketlenecektir. İşte o zaman, örneğin 250 milyar dolarlık bir TÜİK ihracat verisinde çok farklı ve gurur içeren yorumlar yapılabilecektir.