O. Ertuğrul ÖNEN
Kurtuluş Savaşımızın önderi ve öncüleri sadece bir askeri ve siyasi kurtuluş mücadelesi vermemiş, aynı zamanda ülkemizin ekonomik bağımsızlığı için de büyük mücadeleler vererek önemli kazanımlar sağlamışlardır.
Kurtuluş Savaşı sonuçlanmış ancak barış henüz sağlanamamış, Anadolu’nun çorak toprakları üzerinde ölüm kalım savaşı veren bir ulus artık günlük hayata dönmek, yaşama tutunma çabası içerisindedir.
Balkan Harbi, ardından I. Dünya Savaşı ve nihayet Kurtuluş Savaşı, İmparatorluğun ekonomik olarak kaderine terk ettiği bu yurt üstüne bir de savaşlarla da yakılmış, yıkılmış, genç yetişkin nüfusunu kaybetmiştir. Ticaretin, sanayinin ve sanatın çeşitli dallarını ellerinde bulunduran azınlıklar göçmüş gitmiştir. Tek çare ulusun kendi imkânlarına tutunmasıdır.
1923 yılında yorgun, eğitimsiz %75’i köylerde yaşayan bir nüfusun kişi başına milli geliri sadece 45$ dır. Ülkenin ihracatı 51, ithalatı ise 87 milyon $ düzeyindedir.
Sanayisi olmayan, nal çivisinden, dikiş ipliğine aklınıza gelebilen her türlü ihtiyacın ithalatla karşılandığı, tarıma dayalı bir ekonomik yapı vardır.
O yıllarda buğday üretimimiz 1 milyon tonun, pamuk üretimimiz 100.000 tonun altındadır. 6000 ton şeker pancarı, 73.000 ton patates ürünü alabiliyoruz.
1928 yılına gelindiğinde bile koca ülkede sadece 1078 doktorumuz vardır.
Ortaokullarımızda 6000, liselerinde 1000, yüksek öğrenimde sadece 3000 öğrencisi olan bir eğitim sistemine sahibiz.
Cumhuriyetin kurucuları, başta büyük Atatürk olmak üzere, bu tablonun acımasızlığı sonucudur ki, daha üniformalarını çıkartmadan İzmir İktisat Kongresini toplayarak bir envanter çalışması ve aynı zamanda hedef saptaması ile bir ölçüde bir ilk sayılabilecek planlı bir çalışma başlatarak milletin makus talihini değiştirmek üzere kolları sıvamışlardır.
Atatürk zaten “siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler kalıcı olamaz, az zamanda yok olur gider.” deyişi ile bir milletin hayatında ekonominin ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu çok veciz bir şekilde ifade ile duruşunu net olarak ortaya koymuştur.
İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında toplanmıştır. Lozan Konferansının kesintiye uğradığı döneme denk getirilmiştir. Dolayısıyla henüz barış sağlanmadığı gibi, Cumhuriyet de kurulmamıştır.
Ancak ekonomik atılımlar konusunda Atatürk’ün kaybedecek zamanı yoktur. Kongreye ülkenin değişik yerlerinden, toplumu oluşturan gruplardan 1135 delege katılmıştır.
Tarım, ticaret, sanayi sektörleri temsilcileri, işçiler ve devlet temsilcilerinden oluşan bu kongre halkın gerçekleştirdiği ve mesajları olan, ancak resmi bir hüviyeti bulunmayan siyasi bir faaliyettir.
Türkiye’nin gelecekteki devlet düzenine, ekonomik düzeyine yönelik esasların milletçe benimsendiği şekliyle ifadesidir.
Mesajlar hem yurt içinde halen “milli irade, milli devlet” gibi kavramlara soğuk bakan çevrelere ve aynı zamanda Lozan Konferansındaki tutumları ile halen Osmanlı Devletine yönelik alışkanlıklarını ve emellerini terk etmek istemeyen ve bunda direnen emperyalistlerin temsilcilerinedir.
Atatürk her zaman olduğu gibi, ülkenin ekonomik durumun tesbitini, halkın ekonomik özlem ve ihtiyaçlarının halkın temsilcileri ile birlikte değerlendirilmesini ve ülkenin ekonomik yörüngesinin buna göre belirlenmesi yöntemini tercih etmiştir.
Nitekim dönemin iktisat vekili Mahmut Esat Bozkurt da açılış konuşmasında; “Bu kongreyi millet ve memleketimizin kabiliyet, ihtiyac-ı iktisadiyesini elbirliği ile tetkik ederek ona göre bir ittila usulü vaz ve tetkik eylemek, aynı zamanda memleketimizin muhtelif ve şimdiye kadar yek değerine yabancı kalmış iktisat amillerini birbiri ile tanıştırmak için açıyoruz.” sözleri ile bu hususu açık bir şekilde ortaya koymuştur
Kongre, milli bir iktisat politikası belirlemek ana amacına uygun olarak, her hangi bir ekonomik doktrine saplanmadan, ülkenin ekonomik durumuna göre kendi kaynak ve çabalarımızla kalkınma hedefine yönelik kararlar almıştır.
İktisat vekili Mahmut Esat Bozkurt; “Ben ulusal egemenliği ulusal iktisat egemenliği olarak anlarım.” deyişiyle ulusun yeni yöneticilerinin iktisadi egemenliğe en az ülkenin siyasi egemenliği kadar önem verdiklerini, hatta iktisaden egemen olmayan bir ulusun siyaseten de egemen sayılamayacağı görüşünde olduklarını göstermektedir.
Bu görüşler doğrultusunda ortaya çıkan kararlar özetle şöyledir;
— Ham maddesi yurt içinden sağlanan sanayilere öncelik verilmelidir.
— Yatırımcıları kredi ile desteklemek için bankalar kurulmalıdır.
— Sanayinin teşviki için bir yasa çıkarılmalıdır.
— Özel girişimciler desteklenmelidir.
— Küçük imalattan büyük işletmelere geçilmelidir.
— Özel girişimcilerce gerçekleştirilemeyen yatırımlar devletçe ele alınmalıdır.
— Teknik eğitim geliştirilmelidir.
— Yabancılar elindeki önemli kuruluşlar millileştirilmelidir.
— Günlük tüketim maddelerinin üretimine öncelik verilmelidir.
— Gümrük tarifeleri milli sanayin kalkınma ihtiyaçlarına göre düzenlenmelidir.
— Yabancı tekelleşmelere ve imtiyazlara son verilmelidir.
— Demiryollarının yapımı bir programla yürütülmelidir.
— Yerli malları karada ve denizde ucuz tarife ile taşınmalıdır.
— İşçilerin durumu düzeltilmelidir.
— Aşar vergisi kaldırılmalıdır.
Milletle birlikte alınan bu kararlar yeni Cumhuriyet yönetiminin rehberi olmuş ve planlı sayılabilecek bir ekonomik kalkınma modelinin temelini oluşturmuştur.
Milli ekonominin oluşumunda özel girişimciler özendirilecekse de, günün koşullarına göre gerçekçi davranılarak devletinde ekonomik faaliyetlerin en önemli aktörü olduğunun altı çizilerek karma ekonomik bir yapı öngörülmüştür.
İzmir İktisat Kongresinin kararları bir bir uygulamaya konularak ülkenin ekonomik bağımsızlığının ve halkın refahının temel taşları yerlerine konulmaya başlanmıştır.
Hemen Cumhuriyet’in ilk yıllarında, 1924 yılında Türkiye İş Bankası, 1925’de Türkiye Sanayi ve Maden Bankası kurulmuş, 1925 yılında bütçe gelirlerinin %40’ını oluşturan ve Türk çiftçilerinin belini büken aşar vergisi kaldırılmış, 1927’de Gümrük Tarife Kanunu çıkarılmış, 1926’da Kabotaj Kanunu kabul edilmiş ve 1938 yılına kadar yurdun doğu ile batısını, kuzeyi ile güneyini birbirine bağlayan 3360 km demiryolu milli imkânlarla yapıldığı gibi yabancıların elinde bulunan demiryolu işletmeleri de millileştirilmiştir.
Böylece ekonominin milli niteliğini kazanmasına yönelik ilk adımlar atılmıştır.
Haftaya bu serüvenin devamını izleyeceksiniz.