O. Ertuğrul ÖNEN
Bu yazı serisinin sonunda Türkiye üzerinde yanlışlar ve eksiklikler ile yapılması gerekenler konusunda kısa değerlendirmeler yapacağız.
Bunlardan ilki Türkiye’nin küresel pazarda rekabet üstünlüğü elde edebilmek için sanayi yapısının yenilemesinin kaçınılmaz olduğudur. Teknoloji üreten, transfer ettiği teknolojileri özümseyerek daha üst düzeyde üretim geliştirebilen ve daha fazla katma değer yaratan bir sanayi profiline gerek vardır. Sanayi yapımızda odaklama gereği göz ardı edilmiştir. Her türlü sanayi dalı teşvik edilmiştir.
Girişimcilerimiz de yeterli analiz yapmadan her türlü işe girmişler ve girmektedirler. Bu durum sanayi anarşisine yol açmıştır. Bu nedenle kısa zamanda yeni bir sanayileşme stratejisi ile sektörel odaklanmaya gereksinim vardır. Eski korumacılık döneminden kalma kendi kendine yetme dolayısıyla her şeyi üretme anlayışından vazgeçilmelidir.
Diğer bir ifade ile Türkiye belli sektörlerde yoğunlaşmalı aynı işi yapan fakat ölçek ekonomisi sağlamayan, atıl kapasite yaratan işletmeleri konsolide etmelidir.
Katma değer zinciri içerisinde yüksek marjlı işlere yönelip yatırımları ve becerileri o halkalara kaydırmalıdır.
Fiziksel olarak yakınlaşarak ve sinerji yaratmak üzere belli coğrafyalarda toplanmaya özendirmelidir.
Ucuz işgücünü hep bir rekabet avantajı olarak kabul ettik. Ancak, bugün bilinmektedir ki bazı emek yoğun sektörlerde dahi bunu sürdürebilmemiz bugünkü refah düzeyine razı olmamıza bağlıdır. Bu nedenle artık ucuz işgücü yerine nitelikli, dinamik ve yeter sayıda verimli işgücü kavramını öne çıkarmalıyız.
Rekabet üstünlüğü, fikri mülkiyet payı yüksek, özgün ürün ve hizmet sunularak sağlanılır. Bunu yolu ise Ar-Ge çalışmalarından, teknoloji üretmekten geçmektedir. İleri teknoloji ürünleri ihraç eden ülkelerin yüksek oranlı Ar-Ge harcaması yaptıkları görülmektedir. Örneğin; ABD, Finlandiya, Güney Kore gibi ülkelerin ihracatı içinde ileri teknoloji ürünleri % 25–30 paya sahiptir. Bunu gerçekleştirmek için bu ülkeler GSYİH’dan Ar-Ge faaliyetleri için ortalama % 3’ü aşan oranlarda pay ayırmaktadır. Teknoloji ürünleri ihracat oranı Türkiye’de % 2’dir. Ülkemizde Ar-Ge harcamaları için ayrılan pay ise GSYİH’nın yalnızca % 0,84’üdür. Bazı ülkelerin Ar-Ge harcamalarının GSYİH’ya oranı da (%) şöyledir: İsrail 4,39; Finlandiya 3,78; Kore 3,74; İsveç 3,37; Almanya 2,84; ABD 2,77; Slovakya 2,51!
Gelişmiş ülkelerin hepsinde ticari kesimin yaptığı Ar-Ge harcamaları üniversitelerden daha fazladır. Örneğin bu oran ABD’de % 75, Japonya, / Almanya ve Güney Kore’de % 65 iken Türkiye’de % 38’ dir.
Özetle, anahtar kelimeler “teknoloji üretmek, yenilik, farklılık”tır. Bu anlayışı benimseyenler rekabet avantajı kazanacaklardır.
Üniversitelerimiz sanayi kesimi tarafından yeterince kullanılamıyor, desteklenmiyor. Oysa üniversitelerimiz uluslararası yayın açısından 1990’larda 41. sırada iken, bugün 25. sıraya yükselmiştir. Bu imkândan mutlaka yararlanılmalıdır. Ancak üniversitelerimizce yapılan araştırmaların sanayinin gereksinimi dikkate alınarak seçilmesi yerinde olacaktır.
Sanayimizin maddi varlıklara olduğu kadar imaja, markaya yatırım yaparak katma değerini arttırmaya ve sürekliliği sağlamaya özel bir öncelik vermesi gerekirken devletin bu olguyu mutlaka özendirmesi düşünülmelidir.
Yaratılacak Türk markalarının ülkemizin kollektif zenginliği olacağı ve tüm sanayimiz için sinerji yaratacağı açıktır.
Uluslararası piyasalarda bayrağımızı en yukarıda dalgalandırmak umut ve dileği ile…