O.Ertuğrul ÖNEN
Sayıların, istatistiklerin ortalıkta uçuştuğu ekonomi gündemimizde bu defa sizi sayılara, istatistiklere boğmadan bir ekonomi yazısı yazmayı deneyeceğim.
Son gelişmeleri hepiniz biliyorsunuz. Uzun süredir faizi utangaç, mahcup artıran Merkez Bankamız bu defa çıktı ve açıkça faizi artırdığını kamuoyuna duyurdu. Gerçi ilgili kamuoyu daha baştan biliyor olsa gerek zaten buna göre pozisyonlarını almışlardı. Bir anda TL her ne hikmetse yüzde on değer kazandı. Aynı zamanda o yüksek seviyeden TL’ye geçen Londralı biraderler sonra gidip bir yüzde on daha borsadan kazandılar.
İşte bu nedenle yazımın başlığı böyle oldu. Gerçekten biz bu filmi çok izledik. Ta Kemal Derviş nam ithal kurtarıcımızdan bu yana TL’yi değerli tutan bir anlayışla kendimizi değersiz döviz politikasının afyonlu tutsaklığına kaptırmış gidiyoruz.
Maceraperst, vurkaçcı Londra odaklı vampirlerin yönettiği sıcak para tuzağına defalarca yakalandık. Peki ne kazandık?
– Bozulan üretim yapısı,
– Yerli üretimde azalan katma değer,
– Büyüyen dış ticaret açığı,
– Acıtan dış tediyeler açığı,
– Altından kalkılamayacak dış borç yükü,
– Çalışan nüfusu, özellikle iş hayatına yeni atılan gençleri ezen işsizlik problemi.
İşte kazandıklarımız bunlar. Nasıl beğendiniz mi?
Sıcak para afyon gibidir. Onun cazibesine kendinizi kaptırınca bozulma kaçınılmazdır.
Şöyle bir etrafınıza bakın neler görüyorsunuz gelin birlikte saptayalım.
– Dış borçkolik bir özel sektör, nasıl olsa daha ucuz diye gelecekte karşılaşabileceği ihtimalleri hiç düşünmeden ağır bir borç yükü altına girmişiz.
– Üreten kesim bakmış ki, bu ucuz döviz pahalı TL politikasıyla üretmek ağır dış rekabet nedeniyle riskli ve zor, aynı zamanda kârsız. Üretmekten vazgeçerek kendimizi rant ekonomisinin kollarına atmışız.
– Nerede ise “1 TL 1 dolara” eşitlenecek söylemlerinin güç kazandığı bu güzel ülkemizde tam bir ithalat çılgınlığı yaşanmaya başlamış, sonradan bir zamanlar en önemli ihracatçısı olduğumuz mercimeğe, sarımsaktan, ete tarım ürünleri de dâhil olmak üzere ithalat bağımlısı olmuşuz. Marketlerimizin raflarını çeşit çeşit ithal ürünlerle doldurmuşuz.
– Gelen bol yabancı kaynağı üreten ekonomi için kullanmak yerine ovaları, vadileri betonlayarak kullanmışız.
– Tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olma efsanesini yerle bir etmişiz.
– İyi bir öğrenim görenin “ekmeğini eline aldı” söylemini gündemden kaldırmışız.
– İmkânlarımızın üzerinde, borç harç ama bir yalancı refah içinde yaşamaya kendimizi alıştırmışız.
Üretmeyen, imkânlarının üzerinde tüketen bir toplumun sonunda kara tablo ile karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır. Bizim yaşadığımız da budur. Hani bir deyim vardır, “El atına binen çabuk iner” diye. Bu yanlış politikanın sonunda işte yol bitti.
Nerelerde hata yaptık, bu açmazdan çıkmak için neler yapmalıyız, bu arada dünyada neler olup bitmiş. Tüm bunların cevabını 2018 yılında çıkan “Bir Bürokratın Gözünden, Biraz Ordan Biraz Burdan” isimli kitabımda elimden geldiğince vermeye çalıştım.
Burada bir kitabı dolduracak kadar ayrıntıya girmem mümkün değil. Ancak şunları söylemeden geçemeyeceğim.
Türk milletinin iliğini kemiğini emen yerli ve yabancı faiz lobilerinin kısa bir aradan sonra yeniden istediklerini alma noktasına gelmesinden büyük üzüntü duyuyorum. Sıcak paradan bu ülkeye hayır gelmez. Onlar kurlarla, borsayla oynayarak kârlarını maksimize edip, ardından çekip gitmekten başka bir şey düşünmezler.
Toplum olarak sıcak paranın bu geçici rahatlığına kanmayarak, eğer sıkıntı çekeceksek bu sıkıntı, yalnızca üreten bir ekonomi kurmanın tüm koşullarını yeniden yaratmak için olmalıdır.
Başta demokrasimizin alt yapısının, kurumlarının da ihmal edilmeyeceği bir güven ve istikrar zemininin gecikmeksizin tüm unsurlarıyla hazırlanarak yerli ve yabancı sermayenin doğrudan yatırım yapmaya özendirileceği bir ortam sağlanmalıdır.
Daha iyi günler için güven, istikrar ve öngörülebilirlik ve üretmeyi destekleyen ekonomi politikalarıyla tüm dinamiklerin yeniden bu yolda harekete geçirilmesinden başka bir yol bulunmamaktadır.
Tüm çabalarımızın hedefi üretim ve ihracat olmalıdır.
Gerisi yalandır.