Ömer BERKİ
Doğru, başlık biraz tuhaf. Neden böyle bir başlık koyduğumuzu, biraz uzun olacak ama açıklamaya çalışalım.
İlk olarak deniz yolu taşımacılığının genel rakamlar içindeki payını verelim: Yaklaşık 20 trilyon dolar seviyesindeki dünya ticaretinin değer olarak % 70’i, miktar olarak da % 80’i; ülkemizin 400 milyar dolar hacmindeki dış ticaretinin de % 60 civarındaki bir bölümü deniz yolu ile gerçekleştirilmektedir. Bunlar, söylemeye gerek yok, genel içinde çok büyük oranlardır.
İkinci olarak da Türk Ticaret Kanunu’ndan (TTK) bahsedelim: TTK 1535 maddedir. Kanunun “Deniz Ticareti” başlıklı 5. Kitabı, 471 maddedir. Başka bir ifadeyle TTK’nın yaklaşık üçte birinde deniz ticareti hukuku düzenlenmektedir.
Üçüncü ve son olarak, uluslararası ticaret terminolojisinin, deyim yerindeyse en “kupon” kelimeleri deniz ticareti ile ilgilidir. Starya, sürastarya, demuraj, müşterek avarya, dispeç, garame payı, konşimento (TTK’da “konişimento”), release talimatı, sea waybill, tam ve kısmi çarter, kırkambar sözleşmesi, çatma gibi sözcükler, eğer terim olarak kabul edilirse, ki biz öyle kabul ediyoruz Lahey-Visby Kuralları (uygulamada genellikle Hague-Visby Kuralları), York-Anwers Kuralları, bahsettiğimiz “kupon” terimlerden küçük bir demettir.
Bu arada, Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisi olarak, 3. sınıfta, 1970-71 eğitim döneminde, yanlış hatırlamıyorsam iki sömestr, birkaç ay önce kaybettiğimiz değerli hocamız Prof. Dr. Turgut Kalpsüz’den “Deniz Ticaret Hukuku” dersi aldığımızı ve efsane FOB ve CIF’le ilk olarak o tarihlerde tanıştığımızı ek olarak belirtelim (Redaksiyonu Prof. Dr. Ernst Hirsch başkanlığında bir komite tarafından yapılan ve 1957’de yürürlüğe giren TTK’da o tarih itibariyle Incoterms 1953 kapsamında yedi adet teslim şekli var iken, ikisine, FOB ve CIF -kanunda SİF olarak geçmektedir- teslim şekillerine yer verilmiş; 2012 yılında yürürlüğe giren yeni TTK’da ise Incoterms’ün ihtiyacı karşılaması nedeniyle teslim şekilleri yasa kapsamına alınmamıştır)
Sadede ve sözün özüne gelmeden önce yine kısa bir bilgi paylaşalım: Ankara Hukuk’ta (o tarihlerde İstanbul Hukuk’la birlikte Türkiye genelinde iki hukuk fakültesi bulunmaktaydı) deniz ticareti hukukunu asli ders olarak okuduğumuz 1970 yılında ihracatımız 588 milyon dolar iken, 24 Ocak 1980 liberal ekonomi kararlarını takip eden süreçte kazanılan ivme ile ülkemiz bugün (2019 yılında) 1970’in tamamında yapılan ihracatı neredeyse bir günde yapar hale gelmiştir. Bu da, muhakkak ki önemle kaydedilmesi gereken bir başka vakıadır.
Pekiyi, sayıları 130 civarındaki hukuk fakültesinde, uluslararası ticaretteki yeri ve önemi açık ara önde olan deniz ticareti öğretisi bu öneme paralel olarak verilmekte midir?
Şöyle açıklamaya çalışalım.
“Deniz Ticaret Hukuku”, bazı hukuk fakültelerimizin müfredatlarında aslî ders olarak yer almaktadır. Doğru olanı da budur. Buna karşın, aynı konu/ders bazı fakültelerin müfredatlarında ise seçimlik ders listesinde bulunmaktadır. Bu fakültelerde öğrencilerden yeteri kadar talep alınamadığı için seçimlik ders olarak da uygulanamamaktadır. Dahası, bazı fakültelerin müfredatlarında ise -maalesef ve maalesef- hiç bulunmamakta, okutulmamaktadır.
Bugünün ihtiyaçları, “Anayasa Hukuku, Ceza Hukuku, Medeni Hukuk, İdare Hukuku…” gibi klasik dallara ek olarak hukuk müfredatına yeni dalların eklenmesini -son derece kabul edilebilir nedenlerle- gerektirmiştir. Ancak bu eklemeler Deniz Ticaret Hukuku’nu feda etme pahasına olmamalıdır.
Özet olarak, deniz ticaretinin ülkemiz ve dünya genelindeki önemi dikkate alınarak “bu konunun asıl ders mahiyetinde okutulmak üzere tüm hukuk fakültelerinde müfredata dahil edilmesi, 1980’den sonraki bütün hükümet programlarında da vurgulandığı üzere kalkınmasını ihracata dayandıran ülkemiz açısından bir zorunluluktur” şeklindeki görüşümüzü, altını çizerek ifade ediyoruz. Aksi takdirde herhangi bir ticaret mahkemesinde, örneğin bir Türk bandıralı geminin kaptanının sorumluluğu ile ilgili bir davada hâkimlerden birinin “okumadığımız yerden geldi” demesi şeklinde bir kara mizah örneği dahi ortaya çıkabilecektir. Tabii bu, tamamen hayal ürünü bir senaryodur. Hâkimlerimizin, staj dönemi başta olmak üzere, aldıkları meslek içi eğitimlerle işlerini bihakkın ifa edecekleri ciddi bir donanım kazandıkları bilinen bir gerçektir.
Radikal ve net bir öneri ile bitirelim: Müfredat sıkışıyorsa -ki bugün hukuk pratiklerinden doğan çok geniş branş çeşitliliğinde bu, son derece anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir durumdur- hukuk fakültelerinin süreleri “sıkışık müfredat” nedeniyle, -eğer varsa- ihmal edilen diğer dallar da dahil edilerek beş yıla çıkarılması ciddi bir çare olacaktır. Tek başına deniz ticareti gibi müstesna ve kıymetli bir öğreti dalı bile sürenin beş yıla çıkarılmasına değecektir. Bu, sadece radikal değil, aynı zamanda ülkemizdeki –artık herkesçe bilinen- hukuk eğitiminin güçlendirilmesi ihtiyacı adına da gerçekçi bir öneridir.
Saygılarımla…
Not: “Uluslararası Ticaret/Dış Ticaret” eğitimi
veren yüksekokullar ve meslek yüksekokullarının
müfredatlarına ilişkin görüşümüzü de ilerleyen
haftalarda dile getireceğiz.