O. Ertuğrul ÖNEN
Son günlerde görsel ve yazılı medyada, gün geçmiyor ki Türk çiftçisinin içinde bulunduğu güç koşulların ele alındığı bir haber yer almasın. Haczedilen traktörler, icradan satılan tarım arazileri, para etmeyen mahsul…
Bu sabah yine haberlerde bir patates üreticisinin dramı işleniyordu. Doğa koşulları ile uzun ve yorucu bir mücadelenin ardından malı para etmeyen çiftçi, mahsulü topraktan çıkarıp çıkarmamaktan hangisinin daha kârlı olacağının hesabını yapıyordu. Ne acıdır onca emek, onca masraf ve sonunda yaşanan bir hüsran. Bu mudur cefakâr çiftçilerin emeklerinin karşılığı?
Aynı başlıkla geçmişte bir dizi yazı kaleme aldım. Yanlış politikalarla ya da politikasızlıkla ülkemizin tarımsal üretim açısından yaşadığı kayıplara dikkat çekmeye çalıştım.
Ben bir tarım uzmanı değilim, ama uzun yıllar dış ticaret bürokrasisinde üst düzey görevler yaptım. O yılların ekonomik yapısı içerisinde tarımın ekonomi içindeki ağırlığı, doğal olarak bizim uğraşımızda da önemli bir yere sahip olmasını sağlıyordu.
Hububattan bakliyata, tütünden pamuğa, şeker pancarına, fındık, üzüm, incir, zeytine kadar birçok ürün devletin destek ve himayesi altında bulunmaktaydı.
Her yıl Bakanlar Kurulu tarafından ilân edilen destekleme alım fiyatları üreticiler için bir can simidi görevini görürdü.
T.C. Ziraat Bankası, Tekel, Türkiye Şeker Fabrikaları, Toprak Mahsulleri Ofisi, Et ve Balık Kurumu, Tarım Satış ve Tarım Kredi Kooperatifleri ve bunların birlikleri, çiftçinin güvencesi olarak onların yanında ve hizmetindeydi.
Günümüzde Cumhuriyetin Türk tarımını desteklemek üzere kurduğu sistemler ya yok edildi ya da etkisiz hale getirildi. Tarımı destekleyen kurumlar ya kapatıldı ya da tarım dışı alanlara hizmet eder hale getirildi.
Bunun en büyük örneği T.C. Ziraat Bankasıdır. Memuriyet yaşamıma bu bankada başladığım için yakinen biliyorum, bankanın bünyesinde tarımla uğraşan birçok birim vardı. Bankanın esas görevi adına uygun olarak tarımı desteklemekti. Bugün sıradan bir ticari banka konumuna getirilerek, Anadolu’dan iyice koparılıp İstanbul’a taşınmıştır.
Ziraat Bankası, Tarım Satış ve Tarım Kredi Kooperatiflerinin bir nevi vasisi ve hamisiydi. Bu kuruluşlarla güçlü bir bağı vardı. Bu bağ tamamen koparılmış ve bu kuruluşlar ticari bankalara muhtaç hale getirilmiştir.
Et ve Balık Kurumu’nun, Süt Endüstrisi Kurumu’nun, Şeker Fabrikalarının, Tekel’in özelleştirmeleri de Türk tarımına ağır bir darbe vurmuştur.
Daha önceki yazılarımda sayılarla ortaya koyduğum üzere
– Ekilebilir alanlarımızı, bağ ve bahçelerimizi, meralarımızı hoyrat betonlaşma furyasına vermişiz.
– Tarımda çalışan nüfusumuzu maalesef köylerindeki işlerinin başında tutamamışız. Köylerden şehirlere doğru göçü özendirmişiz. Babadan oğula geçen üreticilik zincirinin kırılmasına yol açmışız. Gelecekte tarımdan anlayan, tarım yapacak nüfusu, umarım ithal etmek durumunda kalmayız.
– Sanki sanayi, tarımın alternatifi imiş gibi bir anlayışa kapılmışız. Öyle olsaydı ABD, AB gibi gelişmiş ekonomiler tarımı çoktan terk etmiş olmazlar mıydı? Oysa tarıma sıkı sıkıya sarılmaya, desteklemeye ve bunun için yüksel bedel ödemeye devam ediyorlar.
Şu yaşadığımız salgın günleri tarımın ne kadar stratejik bir üretim alanı olduğunu umarım anlamamızı sağlamıştır. Öyle anlar gelir ki istediğiniz kadar paranız olsun nüfusunuzu beslemek üzere ihtiyacınız olan tarım ürününü kimse vermeye yanaşmaz.
Biz halen iç piyasada her fiyat artışında çiftçilerimizi ithalatla tehdit ve terbiye etmeye çalışıyoruz.
Bir Tarım Bakanlığımız var, ancak, bir tarım politikamızın ve stratejimizin olmadığı görülüyor.
Tarımla uğraşan nüfusunu, tarım yapılan arazilerini, tarım yapma alışkanlığını kaybeden bir toplum geleceğini de kaybeder.
Kızılderili şefi Seatle’in söylediği gibi “Bir gün beyaz adam paranın yenilemeyecek bir şey olduğunu anlayacaktır”. Bu deyişin anlamını gelişmiş ülkeler anlamış, ancak biz halen anlamış görünmüyoruz.
Çiftçinin emeği kutsaldır. Bu kesim devletin desteğini herkesten ve her şeyden fazla hak etmektedir. Çiftçisine sahip çıkmayan bir ülke geleceğine sahip çıkmıyor demektir.