O. Ertuğrul ÖNEN
Geçim sıkıntısından canı yanan ve ülkenin içinde bulunduğu koşullardan yakınan bir yurttaşımızın kendisine tutulan mikrofona “neyimiz eksik ki?” şeklinde iki kelimeyle özetlediği durumu televizyondan izlerken, işte bir konu bundan daha çarpıcı, bundan daha özlü anlatılamaz dedim.
O yurttaşımızın “neyimiz eksik ki” diye sorguladığı Nazım Hikmet’in Davet isimli şiirindeki anlatımla “Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan” bu güzel yurdumuzdu.
Asya ile Avrupa’nın kucaklaştığı bir noktada çevresi üç denizle kuşatılmış, o yetmemiş bir iç deniz ve iki doğa harikası boğazla ödüllendirilmiş, tamı tamına 8333 km kıyı şeridine sahip güzeller güzeli bir ülke.
O günkü ismiyle Federal Almanya’da diplomatik görevle bulunurken bir sabah güzel bir kar yağışına uyandık. Arabanın üzerindeki karı temizlerken yan komşumuz olan yaşlı kadın da evinin önündeki karları kürüyordu. Beni görünce “sizin için ne ilginçtir kar yağışı değil mi? Belki ilk defa görüyorsunuzdur” demez mi?
Cevaben “bakın benim doğduğum kentte kar aylarca yerden kalkmazdı. Ülkemiz öyle bir coğrafyadır ki, dört mevsimi eksiksiz yaşar. Aynı zamanda hem denize girip hem kayak yapabilirsiniz” dedim. Kadıncağız şaşkınlık içinde kaldı. Sanıyorum Türkiye’yi Arap ülkeleri ile karıştırmıştı.
Gerçekten çok güzel bir coğrafyada ve iklimde yaşıyoruz. 4 mevsimi bizim kadar tüm özellikleriyle yaşayan ülke azdır.
Dağlar, nehirler, göller verimli ovalar, doğal mera niteliğindeki platolar, ormanlarla kaplı aslında zenginlik fışkıran bir ülkeye sahibiz.
Zaten bu niteliklerinden dolayıdır ki bilinen tarih boyunca Anadolu sayısız kavmin göçüne ve yerleşimine sahne olmuş, döneminin en üst düzey uygarlıklarına ev sahipliği yapmıştır.
Anadolu’da bugün nereyi kazsanız mutlaka bir uygarlık kalıntısı ile karşı karşıya kalırsınız. Bu coğrafya insanlık tarihine beşiklik etmiş bir coğrafyadır.
Dört mevsim ürün alınabilen, hemen hemen her şeyin yetiştirildiği bir iklime ve topraklara sahibiz.
Kuzeyinde uzak Asya ülkelerinin çayı, kivisi yetiştirilirken, Akdeniz sahillerimizde artık mango, avakado, longan, guava, muz, pitaya, liçi, pasiflora, papaya gibi tropikal meyveler yetiştirilmeye başlanmıştır.
Zeytinin, üzümün, incirin, fındığın, antep fıstığının, narenciyenin anavatanıyız. 784.000 km² lik geniş bir ülkede yaşayan 84 milyon genç bir nüfusuz. Tüm Avrupa ülkeleri içerisinde genç nüfusun toplam nüfusa oranında (%15.4) birinci sırada yer alıyoruz. Girişimci, yaratıcı ve çalışkan bir insan topluluğuyuz. Çoğunluğu başta Almanya olmak üzere Avrupa Birliği içerisinde hayatlarını kazanan yurttaşlarımız batının hızlı, disiplinli çalışma temposuna ayak uydurmakta en küçük bir zorluk çekmediklerini yarım asrı aşkın bir süredir gösteriyorlar.
Keza, sayıları on binleri geçen yurt dışındaki girişimcilerimizin zaman zaman parlak, göz alıcı başarılarına basından tanık olmuyor muyuz? Esasen 1996-2006 yılları arasında vakıflarımızca düzenlenen “Dünya Türk İşadamları Kurultayları” ile bu muhteşem güce dikkat çekmiştik.
Büyük Atatürk’ün 1923 yılında kurduğu bu cumhuriyet onun “az zamanda çok ve büyük işler başardık” veciz deyişine uygun olarak milli bir finans sistemi kurmanın yanında, sanayi okulları diyebileceğimiz Etibank ve Sümerbank’la hem yurdu fabrikalarla donattı, hem de ileride özel sektöre de rehberlik yapacak sanayi önderlerini yetiştirdi.
Sonuç: Denk bütçe, denk cari denge, büyük oranlı ve istikrarlı ekonomik büyüme, Türk parasının istikrarının korunması. O genç Cumhuriyet tüm güçlükleri, yokluklara rağmen bunu başardı. Bu başarıyı sağlayan bir Dahi Lider ve onun yanılmaz sezgileri ile seçtiği, kendisine inanan kadrolarıydı.
Ne yazık ki çok kısa süreli istisnalar dışında ilerleyen yıllarda aynı başarı istikrarını yakalayamadığımız için, iki ileri bir geri, bize rakip olamayacak ülkelere bile imrenir hale geldik. Ellili atmışlı yıllarda İtalya ve İspanya ile yarışır ve kıyaslanırken, Güney Kore bizimle aynı siklette olmayan bir ülkeydi. Bugün 84 milyonluk Türkiye’nin yurt içi gayri safi milli hasılası 800 milyar dolar iken, 51.5 milyonluk Güney Kore’nin ki 1.620 milyar dolardır. Kişi başına milli gelirde bizi nerede ise dörde katladılar.
Geçmişte karşılıklı olarak durumlarımızın ne olduğunu ve zamanla nasıl bu duruma gelindiğini merak edenler için yine bu güncede yayınlanan “Nerede hata yaptık? Türkiye-Güney Kore (23 Şubat, 2 Mart 2015)” yazıları okumalarını öneririm.
Hollanda ise bizim Konya ilimiz kadar alana sahiptir ve bu küçük ülkede 17.3 milyon kişi yaşamakta ve özellikle tarım başta olmak üzere gerçekten önemli ekonomik başarılar göstermektedir. Diyeceksiniz ki birdenbire Güney Kore’den Hollanda’ya nasıl geldik? Şöyle açıklayayım. Güney Kore hiçbir imkânı olmayan yanmış yıkılmış bir ülkenin, ekonomik göstergeleri itibariyle bizimle hiçbir şekilde kıyaslanmayacak durumda iken nasıl bu gelişmişlik düzeyine gelindiğine örnekken, Hollanda, dar bir coğrafyada tarımsal başarıya örnek oluşturan bir ülkedir. Bu küçük ülke 100 milyar dolarlık tarım ürünleri ihracatı ile dünyanın ikinci büyük tarım ürünleri ihracatçısıdır. Konuya ilgi duyanların “9 Mart 2020 tarihli” Hollanda başlıklı yazıyı okumalarını salık veririm.
Bu kadar sözü neden dillendirdik? Görülüyor ki yağ, un, şeker gibi iyi bir helva yapmak için her türlü imkana sahipken biz bunu başaramazken, güçlüklere rağmen bizim başaramadıklarımızı başkaları başarabiliyorlarsa, bu bizim yönetimimizdeki başarı ve başarısızlıklarla ilgilidir.
Biz bugün yüksek bütçe açığı, yüksek cari açık, büyük dış borç yükü, istikrarını koruyamayan bir milli para, işsizlik, yoksulluk gibi sorunlarla karşı karşıyaysak, bu Türkiye’nin yönetim başarısının bir yansımasıdır.
“Neyimiz eksik ki” sorusuna başka cevabımız yoktur.