O. Ertuğrul ÖNEN
Aslında hepimizin hayatının odağında olan çok önemli bir milli kurumumuzdur. Ancak pek azımız merkez bankası kavramına aşinadır. Toplumun çoğunluğu merkez bankasının nasıl bir kurum olduğunu, neler yaptığını, kendi hayatında nasıl bir rol oynadığını doğal olarak bilmez.
Benim merkez bankası ile yakınlaşmam T.C. Ziraat Bankası’nda göreve başlamamla olmuştu. Bankanın tarihi genel müdürlük binasının Merkez Bankası tarafındaki kulenin tam altında yer alan çalıştığım odanın yan penceresinden görünen komşumuz merkez bankasıydı.
Memuriyetimin ilk yılında katıldığım dış muameleler kursunun staj bölümünde 1 ay müddetle Merkez Bankası’nda çalışmak üzere bu bankanın içine ilk kez adım atmıştım. Artık bankanın fonksiyonlarını Türk ekonomisi için önemini çok daha iyi anlıyordum.
Sonrasında dış ticaret teşkilatında genel müdür yardımcısı, genel müdür, müsteşar olarak görev yaptığım yıllarda Merkez Bankası ile birçok alanda sık sık ortak çalışmalar yaptık, bu sayede oradan birçok değerli dost edindim.
Sonrasında dostlarım Zekeriya Yıldırım, Gazi Erçel bankanın başkanlığını üstlendiler. Kadir Günay, Aydın Esen Başkan Yardımcısı olarak görev yaptılar.
Hazine dış ticarete ikinci müsteşarımız olarak atanan Yavuz Canevi Merkez Bankası başkanlığından gelmişti. Değerli büyüğüm, dostum Cafer Tayyar Sadıklar’da uzun yıllar bu bankanın başkanlığını yapmıştı.
Özetle meslek hayatımda bu değerli kuruluşla ve çalışanları ile çok yakın çalışma ve ilişki içinde olmuştum. Bu sayede bu cumhuriyet kurumunun ve mensuplarının ülkemiz için ne büyük hizmetler yaptığının bizzat tanığı olma payesini elde etmiştim.
Son yıllarda Merkez Bankası’nın sıkça gündemde olmasının ve yıpratılmasının içimi acıttığını söylemeliyim. Kurumsal kimliklerin yaratılması ve itibarlı hale gelmesi kolay olmuyor. Bu değerlerin öyle kolayca harcanmaması gerekir. Birkaç haftadır da Merkez Bankamız bir atamayla gündemde. Genç pırıl pırıl bir Türk kadını Hafize Gaye Erkan bu çok onurlu göreve getirildi. Dileğim bankanın kuruluş yasasının ona tanıdığı özerkliği hakkıyla kullanmasına fırsat verilmesi ve başarılı olmasıdır. Onun başarılı olması ülkemizin ekonomisinin yeniden istikrar kazanması, iki yakamızın bir araya gelmesi demektir.
Ancak, klasik yaklaşımla Sayın Erkan’ı daha koltuğuna oturmadan yıpratma girişimleri de eksik değil. Durun be kardeşim! İzin verin bakalım ne yapacak? Ondan sonra bol bol eleştirirsiniz.
Bu girişten sonra gelelim merkez bankalarının tarihçesine, gelişimine ve ülkemizde merkez bankacılığının nasıl başlayıp nasıl geliştiğine.
Merkez bankaları esas itibariyle fiyat istikrarını sağlama görevini üstelenen, bankaların bankası diyebileceğimiz kurumlardır. Değerli madene dayalı para sistemlerinin gelişen ekonomilerin ihtiyacını karşılayamaması üzerine para yaratma iktidar ve tekeline de sahip olarak ortaya çıkmaya başlamışlardır. İlk merkez bankası örneği olarak 1668 yılında karşımıza İsveç Riksbank çıkmaktadır. 1694 yılında İngiltere’nin ünlü merkez bankası “Bank of England”ı görüyoruz. Bunlar devlet bankası olarak kurulan, devleti fonlayan kuruluşlar olarak öne çıkmaktadırlar. 19.yüz yılın başlarında Amerika, İngiltere Merkez Bankası’nı örnek alarak The Bank of United States ve ardından da Second Bank of United States’i kurmuştu.
Zamanla tüm gelişen ekonomilerin merkez bankasına sahip olduğuna tanık oluyoruz. Günümüzde Birleşik Amerika’nın FED (Federal Rezerve Bank) ile EU Avrupa Birliği’nde Euro’ya geçiş yapan ülkelerin kurduğu Avrupa Merkez Bankası (European Central Bank) günümüz merkez bankalarının en bilinen ve güçlüleridir. Bunların kararları tüm dünya ekonomilerine yön vermektedir.
Biz tüm gelişmelerde olduğu gibi maalesef merkez bankacılığı sistemini kurmakta da geç kalmışız.
1854 yılında Kırım Savaşı sırasında ilk kez yurtdışından borçlanan Osmanlı İmparatorluğu bu borçların ödenmesinde aracılık edecek bir devlet bankasına ihtiyaç duyduğundan 1856 yılında Ottoman Bank (Bank-ı Osmani) kurulmuştur. Ancak ne hikmetse bankanın merkezi Londra’dır. Hükümete avans sağlayan, hazine bonolarını iskonto eden bir görev yapısına sahiptir.
1863 yılında Ottoman Bank bir İngiliz Fransız ortaklığına dönüşerek Osmanlı Bankası (Bank-i Osmani-i Şahane) adını almış, devletin hazinedarlığını üstlenmenin yanında 30 yıl süre ile banknot basma imtiyazını da elde etmiştir.
Osmanlı Bankası’nın bir devlet bankası hürriyetiyle çalışmasına karşın sermayesinin yabancılara ait olmasının tepkilere neden olması üzerine yerli sermayeli bir merkez bankası kurma çabaları 11 Mart 1917 yılında Osmanlı İtibar-ı Milli Bankası’nın kurulması ile sonuçlanır. Ancak 1. Dünya Savaş’ının mağlubiyetle bitmesi bu bankanın da sonu olmuştur.
Kurtuluş Savaşı’nın ardından daha cumhuriyet kurulmadan toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde bir “Milli Banka” kurulması fikri tartışılmıştır.
1992 büyük ekonomi buhranının ardından ülkeye davet edilen yabancı uzmanların Türk parasının istikrarının sağlanması için hükümete bağlı olmayan bağımsız bir merkez bankasının kurulması önerileri de dikkate alınarak Lozan Üniversitesi profesörlerinden Leon Morf’un da katkılarıyla hazırlanan merkez bankası yasa tasarısı 11 Haziran 1930 tarihinde kabul edilerek 1715 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Kanunu 30 Haziran 1930 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Banka 3 Ekim 1931 tarihinde faaliyetlerine başlamıştır.
Bankanın adında cumhuriyeti yerine Cumhuriyet kelimesi kullanılmıştır. Bu bir (i) harfinin olmaması, onun cumhuriyetin idari yapısının dışında bağımsız bir yapıda olduğunun sembolüdür. Ne yazık ki merkez bankamız ilerleyen yıllarda çağdaş merkez bankaları örnek alınarak değiştirilen kuruluş yasasının sağlamlaştırdığı bağımsızlığını çok az istisna dışında koruyamamıştır. Siyaset ve siyasetin gereksinimleri ekonomi bilimini bir kenara atarak Merkez bankasını baskılamış onu kendi istediği doğrultuda hareket etmeye, karar almaya zorunlu kılmıştır. Merkez Bankamızın bağımsızlığını koruyamaması Türk lirasının değer kaybına, enflasyonun azmasına, ekonomik istikrarın bozulmasına, dış ödemeler açığının büyümesine yol açarak ekonomimizin dengelerini temelinden sarsmıştır.
Merkez Bankası ülkemiz ve ekonomimiz için çok önemlidir, onun görevini yaparken baskılanmaması yani bağımsızlığını koruyabilmesi tüm ülkenin çıkarınadır. Mükemmel bir kariyere sahip olan ve kendini liyakatin geçerli olduğu, finans dünyasının kalesi sayılan bir ülkede kanıtlamış genç bir Türk kadının başarılı olacağına, kalesinin onurunu ve bağımsızlığını tavizsiz bir şekilde koruyarak ekonomimizin yeniden istikrara kavuşmasını sağlayacağına içtenlikle inanmak istiyorum.
İnanç ve kararlılık varsa çözüm de vardır.