Yaşamımın 12 yılı öğrenci, kamu görevlisi olarak Almanya’da geçti. Bu yılların bir bölümü ilk gençlik diğer bir bölümü ise ilk olgunluk ve tam olgunluk diyebileceğim dönemlerdeydi. Özetle hayatımın değişik evreleriydi diyebilirim.
Bu yıllarda o ülkenin gençleri, yaşlıları, değişik meslekten insanları ilk dostluklarım, arkadaşlıklarım oldu. Hiçbirinden “hayat zor be kardeşim” veya buna benzer bir yakınma ve tanımlama ile karşılaşmadım.
Onların da yaşamlarında zaman zaman karşılaştıkları güçlükler, sorunlar yok muydu? Mutlaka vardı. Hangi insanın yok ki? Ancak bizdeki gibi yaşamın tümünü bir zorluklar yumağı gibi gören değerlendirene hiç rastlamadım.
Bizim muhabbetlerimizin, eğlencelerimizin baş meselesi hatta rakı sofralarımızın mezesi değil midir zorluklarımız, yaşam mücadelemiz. Toplumca topyekûn karamsarlıkların, efkarın, umutsuzluğun esiri değil miyiz? “Hayat zor be kardeşim” günlük yaşamımız da hepimizin ağzından çokça duyulan bir söylem değil midir?
Peki bu nitelemeyi yaparken haksız mıyız? Belki hiçbir zaman öyle bir eli yağda bir eli balda huzurlu, varlıklı yaşayan bir toplum olmadık ama geçmiş yıllarda umudu olan geleceğe inancını kaybetmemiş, karınca kararınca gerek toplum gerek birey olarak yıldan yıla yaşam kalitemizi yükselterek hayatın zorluklarına daha kolay katlanabiliyorduk.
Önce garip bir pandemi dönemi yaşadık, sonrası ise toplumu derinden sarsan bir ekonomik çöküntü.
Gençlerimiz geleceğe umutlarını kaybettiler, nasıl kaybetmesinler ki çoğu öğrenim dönemlerinde barınma, beslenme gibi temel gereksinimlerini bile karşılayacak durum da değil. Devletin imkanları ise son derece yetersiz ve hiçbir yaraya merhem olmuyor. Yıllarını vererek aldıkları eğitim nitelik olarak yetersiz. Ülkede sayı olarak bakıldığında çok üniversite ve yüksekokul var gibi görünüyor ama ne yazık ki bunların önemli bir bölümünün eğitim kaliteleri çağdaş dünyanın çok gerisinde kalıyor. Ayrıca büyük yatırım gerektirmediği için iktisat, işletme, hukuk, eğitim gibi sosyal branşlarda ülkenin ihtiyacının üzerinde mezun verilerek bu gençlerin iş bulmaları imkânsız hale getiriliyor.
Gençler iş bulamıyor. Bulanlar kazançları ile geçinemiyorlar. Çalışanlarının üçte ikisi asgari ücret alan bir ülke haline geldik.
Güç koşullarda okuyan ve sonrasında hayal kırıklığı yaşayan gençlerimiz daha yaşamlarının baharında “hayat zor be kardeşim” demeye başlıyor ve geleceklerini başka ülkelerde arıyorlar.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi çalışanlarının büyük çoğunluğu asgari ücrete mahkûm olan, bu nedenle barınma, beslenme gibi en temel gereksinimlerini bile karşılamakta güçlük çeken bir toplumda yaşamın kolay olduğundan söz edilebilir mi?
Başını sokabileceği bir ev alması, araba sahibi olması, tatil yapması söz konusu bile olamayacak insanların yaşadığı bir toplumda siz yaşamı nasıl nitelersiniz?
Gelişmiş ülkelerde emekliler gerçekten uzun çalışma yaşamlarının ardından hak ettikleri dinlenme ve gününü gün etme yıllarının tadını çıkararak dünyayı gezerken bizim bu ülke için yıllarını vermiş ak saçlı, gözlerinin feri sönmüş, beli bükülmüş yaşlılarımız ekmeğe, sebzeye, elektrik, doğalgaz faturasına para yetiştirmenin savaşını veriyorlar. Büyük çoğunluğu ilerlemiş yaşlarına rağmen bulabilirlerse en ağır işlerde çalışarak yaşama tutunmaya çalışıyorlar.
Şehir kadar büyük hastane binalarında ilerleyen yaşlarının onlara armağanı hastalıklarına derman ararken aylar hatta mevsimler sonraya verilen randevulara yetişemeden ecele teslim oluyorlar.
Daha çok şey sıralayabilirim ama içinizi bu kadar kararttığım yeter diye düşünüyorum. Şimdi söyleyin, biz Türk Milleti olarak gencimiz, yaşlımız, çalışanımız, emeklimiz “Hayat zor be kardeşim” derken haksız mıyız?