O. Ertuğrul ÖNEN
İnanın elim gitmiyor yazı yazmaya. Hani “Türkiye kadar yazacak malzeme veren ülke azdır” diye bir söz vardır ya. Yanlıştır diyemeyeceğim gerçekten de öyledir bu güzel ülkemiz. Ancak, yazmak için eline kalem alacak olanın da kafasının rahat, moralinin yerinde olması gerekmez mi?
Geniş halk kesimleri enflasyona ezdirilip, temel gıda maddelerine bile ulaşamaz hale gelmişken, yargıya siyasete güven dip yapmışken, ülkenin demografik yapısı tehlike altındayken, birçok batı ülkesi Türklere bırakın vizeyi, vize randevusu dahi vermezken başımıza bela ettiğimiz dış sorunlarla boğuşurken tüm bunların sonucunda geleceğe umutla, inançla bakamazken içimden yazmak gelmiyor işte.
İki hafta boyunca hepimizin çile ortamı trafikle ilgili görüşlerimi sizlerle paylaştım. Bu hafta da affınıza sığınarak yine bu konuya eklenebilecek “çakarlı, sirenli araç saltanatı” na ilişkin görüşlerimi içeren yine eski tarihli bir yazıyla karşınızda olacağım.
İyi haftalar dilerim.
SİVİL PLAKALI, ÇAKARLI, SİRENLİ SALTANAT Tarih: 15 Nisan 2024
Bir aracı geçmek üzere sol şeritteyim. Şerit değiştirirken doğal olarak aynaya baktım ve yolun müsait olduğunu görünce şerit değiştirmiştim. Bir anda hemen arkamdan gelen siren sesiyle irkildim. Önü ‘‘çakarlı’’ bir araç yol istiyordu ama öyle uygarca değil neredeyse tampon tamponayız. Hani biraz geciksem üstümden geçecek gibi. Ne ara gelip bana yetişmişti, bu ne süratti? Aceleyle yol verdim, yıldırım hızıyla geçip devam etti.
Nereye gidiyordu, nasıl bir acelesi vardı bilmiyorum. Sizler de mutlaka rastlıyorsunuzdur, önü çakarlı, sirenli, genellikle sivil ve İstanbul plakalı (kiralık oldukları için olmalı) bu araçlar kimlerin kullanımında anlamak mümkün değil. Ama bir gerçek var ki ya ayrıcalıklılardan ya da onların ayrıcalıklı kıldıklarından olmalılar.
Emniyet şeritleri onlar için, hız limitine uymak gibi bir sorumlulukları yok. Sol şeritler onlara tahsisli, fark ettiğiniz anda çekilmezseniz üzerinizden geçseler haklarıdır.
1961 yılında kabul edilmiş 237 sayılı Taşıt Kanunu halen yürürlükte, gerçi bir hayli değişikliğe uğramış ya. En önemli değişiklik de 2005 yılında yapılmış ve ‘‘kurumların taşıt ihtiyaçlarını hizmet alımı suretiyle karşılamaları esastır’’ hükmü ile kamu taşıt temin ve kullanımında yeni bir çığır açılmıştır. İşte bu değişiklik sonucunda biz yanımızdan hızla geçen araçların hangi makamlara, hangi kurumlara veya ayrıcalıklı taklidi yapanlara mı ait olduğunu kestiremiyoruz.
Orta yaş ve üstü yaşlardakiler hatırlayacaklardır. Bakanların plakaları kırmızı zemin üzerine altın sarısı yalnızca sayılardan oluşuyordu. Plaka numarasından o aracın içinde hangi bakanın olduğu bilinirdi.
Keza müsteşarlarınki beyaz zemin üzerine kırmızı ile yazılmış sayılardan ibaretti.
Diğer resmi araçlar siyah zemin üzerine beyaz harf ve sayıların yer aldığı resmi plakalar taşırlardı. Ayrıca yanlarında ‘‘Resmi hizmete mahsustur’’ ibaresi ile hangi kuruma ait olduğu yazılı olurdu.
Şimdilerde çoğu lüks, son model, çakarlı, sirenli ve sivil İstanbul plakalı. Hangisi resmi, hangisi değil. Ayırt et, edebilirsen.
O tarihlerdeki ismiyle Federal Almanya’nın başkenti Bonn’da ekonomi ve ticaret baş müşaviri olarak görev yaparken Federal Meclis Başkanı olan Rita Süssmuth adındaki kadın siyasetçi ile ilgili bir olayı gazeteler günlerce manşetlerine taşımışlardı. Olay şuydu; Başkan eşiyle birlikte davetli olduğu bir resepsiyona gidiyor. Eşinin bir başka yere gitmesi gerektiği için resepsiyondan erken ayrılıyor ve başkanın makam arabası onu gideceği yere bırakıyor. Basının bu durumu tespit etmesi üzerine kıyamet koptu. Basın günlerce ‘’Sen devletin sana tahsis ettiği aracı eşine nasıl kullandırırsın’’ diye veryansın etti.
Sonunda Federal Meclis Başkanı basın toplantısı yaparak milletten özür diledi. Sevilen bir siyasetçi olmasının da sayesinde basın yayını durdurdu.
Bonn küçük bir şehirdi, makam aracının başkanın eşini götürdüğü yer şehir içinde birkaç km’lik bir uzaklıktaydı. Ama oralarda halkın ödediği vergiler kutsal sayılıyordu ve her kuruşunun hesabı soruluyordu. İstismarda bulunanın makamı mevkii ne olursa olsun millete hesap vermekten kurtulamıyordu.
Gerçi oralarda bizdeki gibi makam arabası bolluğu da yoktu ya.
Dileğim milletimizin de yakın bir gelecekte kör kuruşunun hesabını soracak bilince ulaşmasıdır.