Bu seriye devam ediyoruz ve sözü her zaman olduğu gibi başkanımız Ertuğrul Önen’e bırakıyoruz.
“Geçen haftalarda o tarihteki ismi ile Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin başkenti Doğu Berlin’e tayin edilirken kendimi nasıl Hamburg’da bulduğumun başlangıç hikâyesini anlatmıştım.
Hamburg o tarihlerde en önemli ihraç ürünlerimiz için bir sirkülasyon merkezi sayılan, bizim için gerçekten “bir numara” olarak kabul edilen bir ticaret merkezi idi.
Almanya’nın en büyük limanı, ikinci büyük kenti ve Dünya ticareti açısından da değer taşıyan bir ticaret şehriydi.
Fındık, çekirdeksiz kuru üzüm, kuru İncir, narenciye, hububat ve daha birçok ürünün Dünya ölçeğinde ticaretinin yapıldığı bir yerdi. Görev bölgemizde bulunan Bremen ise pamuk açısından önem taşıyan bir şehirdi.
Hamburg’da Alster gölüne yakın bir yerdeydi ofisimiz. “Sechslingspforte 5” uzun yıllar Türk Ticaret Ataşeliğinin adresi oldu.
Atama kararımda ve pasaportumdaki ünvanım, Bonn Büyükelçiliği Hamburg Ticaret Müşaviri idi. Ancak, Dışişleri buna yanaşmadı ve beni Alman makamlarına Hamburg Başkonsolosluğu Ticaret Ateşesi olarak tanıttı. Dert değildi. Önemli olan ülkeye hizmetti. Zaten kısa süre sonra başta Başkonsolos İbrahim Dicleli olmak üzere buradaki diğer görevlilerle dostane ilişkiler içinde olduk. Binalarımız ayrı yerlerdeydi. Çok nadir görüşüyorduk.
Maiyetim o tarihlerde bir ticaret ateşeliği için hayli kalabalıktı. Yüksel Özalp, Sami Urfalı, Ömer Demiriz ve sekreterimiz Frau Dickstein.
Göreve başladığım gün arkadaşlarım nezaket göstererek beni öğlen yemeğe davet ettiler. Herhalde bir bira içersiniz dediler. Normalde öğlen yemeklerinde tercih etmememe rağmen onları kırmamak için kabul ettim.
Ben bir birayı yemek boyunca idare ederken, başta Yüksel olmak üzere, bazıları ikiyi üçü devirmişlerdi. Bu nedenle de yemek normalden fazla uzadı.
Ertesi gün yine birlikte yemeğe çıktık. Yine aynı ritüel tekrarlandı. Çalışma saati yine geçmişti.
Üçüncü gün birlikte yemeğe çıkma teklifini kabul etmeyerek ofiste bir şeyler atıştırdım. Mesai başlamıştı. Ancak bizimkiler hala ortada yoktu. Çalışma saatini geçirdikleri gibi öğlen alkol almaları nedeniyle randımanları da düşüyordu.
Kararımı verdim. Mesai saatlerini değiştirdim. Öğle arası vermeyecektik ve bir saat erken çıkacaktık. Türkiye bizden bir saat ileride olduğu için de merkezle çalışma saatlerimiz tam örtüşecekti.
Arkadaşlar başlangıçta bir hayli itiraz ettiler. Ancak kararım kesindi. Nitekim dönmedim. Herkes, ya evinden bir şeyler getiriyordu ya da dışarıdan bir şeyler alıyorlardı. Bir müddet sonra bu sisteme alıştılar. Bence yararlarına da oldu. Sağlıklarını korudukları gibi, masraftan da kurtulmuşlardı.
Öğlen molalarında yemeğimizi yerken sohbet ediyorduk. Akşam erken çıkmayı da bir müddet sonra bıraktık. Daha randımanlı bir çalışma ortamı kurmuştuk.
Daha sonraları Cuma günleri yeni bir yöntem geliştirdik. Büroları hemen yakınımızda olan Maliye ateşeleri Abdullah Bulum ve Mehmet Şenocak ile Hamburg’da yerleşik Türk işadamı Dr. Saruhan Bozyakalı’nın katılımı ile birlikte yemeklerimizi yemeye, bu öğlen arasını ülke sorunlarını ve değişik konuları tartışarak değerlendirmeye başladık.
Ateşeliğimize o tarihlerde idari memur olarak tayin olunan Serdar Doğan, istasyonun yakınlarındaki bir camiye Cuma namazına gidiyordu. Gelirken de orada Türk lokantasından hepimize paket döner getiriyordu. Genelde menümüz bu idi. Dönerleri yerken görüntümüzü mızıkacılara benzettiğimiz için kendimizi “mızıka grubu” olarak adlandırıyorduk.
Dr. Bozyakalı her yeri geldiğinde “ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisiz” deyişi ile sohbeti ya açıyor veya başka bir kanala yönlendiriyordu.
Büyük bir fındık ticaret grubunun bir temsilcisi olarak Fuat Gürel adında uzun yıllardır Hamburg’da bulunan bir tacir Ateşeliğin adeta belalısıydı. Hiç kimsenin değil ama onun adına açılmış bir dosya vardı. Ateşeliğin en çok işleyen dosyasıydı. O nedenle tek bir dosyaya sığmayan yazışmalar Fuat Gürel 1, Fuat Gürel 2 şeklinde numaralanmış dosyalarda saklanıyordu.
Fuat Gürel ismine merkezden de aşinaydım. Onun için konu pek yabancı sayılmazdı. Ateşeliğin ilişki içinde olması gereken tüccar grubundan yerli ve yabancı kişileri bir program dahilinde ziyareti planladığımda arkadaşlarım Fuat Gürel’i ziyaretime itiraz ettiler. İtirazlarını bir takım eski anekdotlara dayandırıyorlardı. Tabii bir de mevcut, devam eden bu duruma.
Her sabah Ateşeliğe geldiğimizde teleksimizde mutlaka bir Fuat Gürel mesajıyla karşılaşıyorduk.
Genelde “Siz oradakiler uyuyun, Türkiye’yi soyuyorlar haberiniz olmuyor…” mealinde çok sempatik ifadeler taşımayan mesajlardı bunlar. Gün içinde bazen mesaj sayısı artabiliyordu.
Buna rağmen Fuat Gürel’i de ziyaret ettim. Normal bir görüşme oldu. Genelde Ticaret Ateşeliğinin kendine uzak durduğundan, kendini dışladığından şikayet etti.
Gayet iyi ayrıldık. Zaman zaman telefonla görüşüyorduk. Teleks mesajlarının arası uzadı, üslubu biraz düzeldi. Ancak kesilmedi.
Ateşelikteki Fuat Gürel dosyasının ismini “Almanya’da mühim Türk işadamları” olarak değiştirdim.
Ancak, itiraf etmeliyim ki Fuat Gürel dışında fazlaca işlemedi.
Ticaret Ateşeliğinin eski mensuplarının Fuat Gürel’le yaşanmışlıklarına dair çok anekdot dinledim. Tabii bunlardan en ilginci “Sarhoş Osman” diye anılan eski bir meslektaşımızın yaşadıkları idi.
Osman bu anekdotu şöyle nakletmişti;
“Ateşemiz Kamil Onur “Sessiz Kamil” diye anılan çok efendi bir insandı. Bir gün telefon bağlandı. Renkten renge giriyor. Gittim ahizeye kulağımı dayadım. Fuat buna ana avrat dümdüz gidiyor. Çok sinirlendim. Siz de ona küfredin Kamil Bey diye bağırıyorum. Kamil Bey “ ben de sizin” dedi ve ahizeyi kapadı. Kendi kendimi yiyorum. Bunun karşılığı ben de”sizin” olur mu?
Ateşeliğin önünde telefon kabini var. Oraya koştum, Fuatı’ın numarasını çevirdim. Ağzıma ne geldiyse verdim veriştirdim. Sonra, seni bir yakalarsam bacaklarını kırarım. Sakın ortalıkta görünme dedim.
Aradan bir müddet geçti. Travemünde’ de bir kumarhanede rulet oynuyorum. Baktım diğer bir masada Fuat da rulet oynuyor. Biran göz göze geldik. Bu başladı kaçmaya. Merdivenlerin başında yakaladım. Bir tekme attım, merdivenlerden aşağı yuvarlandı. Merdiven sahanlığında yakaladım bunu, basıyorum tokadı. Bu arada insanlar müdahale etmeye çalışıyor. Hüviyetimi çıkardım. Ben Türk Ticaret Ateşesiyim. Bu adam da Türk tüccarı. Ben onu terbiye ediyorum, karışmayın dedim. “
Osman’ın anlattıkları bunlar. Ben bunları bizzat yaşamadım. Ancak Osman’ın 1.80 boylarında yapılı bir genç adam, Fuat’ın ise 1.60-1.65 boylarında, zayıf, narin yapılı biri olduğunu düşününce Osman’ın anlattıklarını ihtimal dahilinde görüyorum.
Hamburg günlerim, yıllarım görev itibariyle olduğu kadar renkli yaşanmışlıkları ile de gerçekten dolu dolu ve öğretici bir dönemdi benim için.”
Sayın Önen’e bizimle paylaştığı bu anekdot için teşekkür ederiz.