O. Ertuğrul ÖNEN
1881 yılında başlayan ve 10 Şubat 1902’de 21 yaşında genç bir teğmen olarak millet hizmetine adanan hayatı 10 Kasım 1938’de son bulmuştur.
Zorluklar, fedakârlıklar, yokluklar ve mücadele ile geçen örnek bu yaşam, gerisinde gözü yaşlı bir millet bırakmıştır. Milleti tarafından aradan geçen bunca yıla rağmen halen büyük özlem, saygı ve minnetle anılan ikinci bir lider yoktur.
Memuriyete ilk adım attığım Ziraat Bankasında Dış Muameleler Kursu adıyla açılan bir kursa katılmıştım. 10 Kasım günü dersimiz bir yabancı hocaya denk gelmişti. Sirenler ötmeye başladığında bütün sınıf ayağa kalkıp saygı duruşuna geçtik. Kadıncağız ne olduğunu anlayamadı. Ama o da bize uymak durumunda kalmıştı.
Saygı duruşu bitince merakla ne olduğunu sordu. Anlattık, her yıl 10 Kasım günü sat 9.05’de tüm Türkiye’de hayatın durduğunu. İş yerlerinde, hatta yollarda, meydanlarda bile insanların Atatürk’ü anmak için saygı duruşunda bulunduğunu. “İnanılır gibi değil, ölümünün üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen milyonların onu böylesine sevgiyle, saygıyla anması, dünya da bir benzeri daha yok” diye cevaplamıştı anlattıklarımızı.
1911’de Trablusgarp da, 1912’de Balkan Savaşı’nda, 1915’de Çanakkale’de, sonraları Doğu Anadolu’da Ruslara, Suriye’de İngilizlere karşı cephelerde geçen yaşamı 1919’dan 1922’nin sonlarına kadar bu defa iç ve dış düşmanlarla çetin mücadelelerle devam etmiştir.
Milleti için her türlü riski, fedakârlığı almakta hiç tereddüt göstermemiştir.
Yaşamını milletine adamıştır. Bir imparatorluğun yıkıntılarından kurtarabildikleri ile milletine özgür, başı dik yaşayabileceği bir vatan vermenin ötesinde onu kul olmaktan çıkarıp itibarlı bir devletin bireyi olma mertebesine yükseltmiş ve egemenliği “kayıtsız ve şartsız” onların eline bırakmıştır.
Yolu, izi, tüten bacası olmayan, akademik meslek sahibi olanları parmakla sayılabilen, okur yazarlık oranının hiç mertebesinde sayılabilecek düzeyde kaldığı bir Türkiye ile yola çıkan bu dahi insan işgalin ardından yarattığı mucize ile kurtuluşu ve ardından yeniden kuruluşu sağladığı gibi bu kez ülkenin ve milletin eğitim, sanayileşme, üretim ve topyekûn kalkınması için kolları sıvamıştır.
Cumhuriyetimizin kurulduğu 1923’den aramızdan ayrıldığı 1938 yılına kadar harap, yoksul bir ülkeden, savaş artığı yorgun ve bitkin bir milletten gururlu, özgüveni yüksek ve adı artık resmen Türk Milleti olan liderine güvenen, inanan ve onun kendilerine çizdiği yolda gösterdiği hedefe doğru azim ve kararlılıkla yürüyen, dogmalar, safsatalar yerine ilimi ve bilimi rehber edinen bir millet ve o günün güç koşulları içinde kazma kürek batıdan doğuya, kuzeyden güneye demir yolları ağı ile örülen, üreten bacalarla donatılan ilim irfan yuvalarıyla çiçek gibi bezenen bir vatan yaratmıştır.
Denk bütçe, denk cari denge, düşük enflasyon, yüksek oranlı ve istikrarlı büyüme ile ortaya çıkan sonuç tam bir mucizedir. Üstelik tüm yokluklara, güçlüklere ve üstüne bir de dünyayı sarsan ünlü 1929 ekonomik buhranına rağmen ulaşılmıştır bu sonuçlara.
O üstün nitelikli bir askerdi. Girdiği her askeri uğraşta başarılı olmuş, sonunda yoktan var ettiği orduyla bize yurdumuzu kazandırmıştır.
Ancak, O gerekli olmadığı takdirde savaşı cinayet sayan anlayışa sahip bir askerdir.
O tarihte ender rastlanan niteliklere sahip bir devlet adamıdır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti onun dirayetli yönetimi ile tüm dünyada ve bölgesinde yüksek itibara sahip, dostluğuna değer verilen bir ülke haline gelmiştir. Savaştıkları ile bile barışıp dostluk kurmayı başarmıştır. Anadolu’yu Yunan işgalinin mimarlarından Venizelos, bu büyük insanı Nobel Barış Ödülü’ne aday göstererek ona saygı ve takdir duygularını ifade ederken, Birinci Dünya Savaşı’nın mağrur galibi Büyük Britanya Kral’ı Atatürk’ü ve onun vatanını resmen ziyaret ederek ona ve kurduğu cumhuriyete verdiği değeri en üst düzeyde göstermiştir.
Onun “yurtta sulh cihanda sulh” deyişinin kıymeti herhalde en çok günümüzde değerini ispatlamıştır diye düşünüyorum.
O, aynı zamanda tüm ezilen milletlerin yolunu aydınlatan bir meşale olmuştur.
O, hep üreten bir ekonomiden ve çiftçinin ve tarımsal üretimin desteklenmesinden yana olmuş, bu amaç için özel bir çaba göstermiş, hatta bizzat çiftçiliğe soyunmuştur.
O, tüm bu niteliklerinin yanında, ayrıca tam bir devrimcidir. Onun her devrimi ayrı bir yazı, hatta kitap konusu olacak değerdedir.
Hiç yanılmamış, her öngörüsü doğru çıkmış, yaptığı her şey amacına ulaşmış ve milletini hiç aldatmamıştır.
Bugün bir vatanımız varsa burada başı dik, özgür, gururla dalgalanan bayrağımızın gölgesinde yaşayabiliyorsak bunu Büyük Atatürk’e borçluyuz.
Merhum Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel yaptığı bir konuşmada “benim bütün hayatım Büyük Atatürk’e ve onun kurduğu bu cumhuriyete borcumu ödemekle geçti” demişti. Onun dillendirdiği bu duyguya Türk milletinin ezici çoğunluğu geçen bunca zamana rağmen halen sahip olduğu içindir ki bugün halen her vesileyle Anıtkabir genç, yaşlı, çoluk çocuk milletinin akınına uğramaktadır.
Kişisel eşyaları da dahil olmak üzere milletçe tüm varlığının varisi olarak bu büyük insanı aramızdan ayrılışının 83’ncü yılında bir kez daha sevgi, saygı ve minnetle anıyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır. O yaşadıkça onun kurucusu Büyük Atatürk de yaşamaya devam edecektir.
Bu milletin kalbinde o hep var olacaktır.
Işıklar içinde uyu Büyük İnsan…