O. Ertuğrul ÖNEN
Cumhuriyetimizin 100.yılını hiç de beklediğimiz koşullarda idrak etmiyoruz.
Yokluk demeyeceğimi de yoksulluğun diz boyu olduğu, alın teri ile hayatlarını kazanan, uzun çalışma yaşamlarını geride bırakan milyonlarca yurttaşımızın bile bırakın yokluğu açlık sınırının altında ayakta kalma uğraşı verdiği,
Gençlerimizin geleceklerini sınırlarımızın ötesinde aradığı,
Oku da adam ol söylemlerinin sihrini yitirdiği,
İş bulmanın, geliri ile karnı doyurmanın, barınacak bir yere kavuşmanın neredeyse imkânsız hale geldiği ülkemizde zaten bunalımdan bunalıma sürüklenirken mevcutları yetmezmiş gibi bir de yanı başımızda patlak veren İsrail-Hamas savaşıyla sarsıldık.
Zaman zaman haritaya bakar ve o ülkelere gerçekten çok imrenirim. Örneğin Portekiz, tek komşusu kendisine çok benzeyen 300 yıldır barış içinde yaşadıkları İspanya’dır. Zaten şimdi Avrupa Birliği içinde neredeyse tek bir ülke gibidirler.
İsveç’in komşuları uygarlık ve zenginlik açısından kendisi ile hiçbir farkı olmayan Norveç ve Finlandiya’dır. Tüm taraflar birbirlerinden kuşku duymaksızın tehlike beklemeksizin yaşayıp gitmektedirler.
İzlanda, Avustralya, Yeni Zelenda birer ada devleti olarak denizle komşudurlar. Varsa sorun ve ihtilafları doğayla, denizledir.
İsrail Hamas kapışmasından sonra aldım haritayı önüme başladım sıralamaya. Doğudan komşumuz fırsat bulsa gözümüzü oyacak, toprağımızda gözü olan, dünyadaki güçlü lobbyleri ile her fırsatta başımıza çorap örmeye çalışan Ermenistan. Boyuna bakmadan kâh Amerika’yı, kâh Rusya’yı arkasına alarak diğer komşusu Azerbaycan’a da her kendini güçlü hissettiğinde saldırmayı adet haline getiren, bize karşı kan davası güden bir ülke.
Bir diğer doğu komşumuz İran’la tarih boyunca çok kapışmışız. Allahtan 1639 yılında Kasr-ı Şirin anlaşması ile sınır meselesini halletmişiz ama Türkiye-İran rekabeti tarihin hiçbir evresinde hız kesmemiş. İran da denk getirse bize çelme atmakta hiç tereddüt etmez.
Güneyimizde Araplarla baş başayız. Araplar Osmanlı hakimiyetinde geçirdikleri, aslında bedava korunup kollandıkları Kavm-i Necip diye baş tacı edildikleri o yıllar için bize şükran duyacaklarına, bir kompleksle her alanda bize cephe almaya, kuyumuzu kazmaya çaba göstermişlerdir. Yıllar öncesinde yazdığım yazılarda Saddam rejimi ile Türkiye ilişkilerine değinmiştim. Saddam varken ilişkilerimiz kötüydü de şimdi iyi mi? Ne gezer. Amerika’nın demokrasi getirdiği bu ülke! Toprak bütünlüğünü kaybetmiş, merkezi otorite gücünü yitirmiş bir haldedir ve toprakları maalesef teröristlerin cirit attığı antrenman sahası gibidir. Bu nedenledir ki bir türlü Irak’tan çıkamıyoruz. Evlatlarımızı orada şehit veriyoruz. Irak’ın yanı başındaki diye güney komşumuz Suriye yıllarca teröre ve terörist başına ev sahipliği ve hamilik yaptı. Zoru görünce bu uygulamasını terk etti. Tam ilişkilerimiz düzeldi derken ABD oraya da demokrasi getirmeye karar verdi. ABD nereye demokrasi getirirse orada kan ve göz yaşı dinmiyor. Oralar terörist yuvası haline geliyor. İşte Suriye’de de durum bu. Ayrıca bu ülkenin nüfusunun önemli bir bölümünün göçüne maruz kalmamız da ayrı bir acı gerçek.
Güneyimizi ve güney batımızı çevreleyen Yunanistan Kıbrıs Rum kesimi ortaklığı ise ayrı bir hikâye.
Osmanlı İmparatorluğundan kopan bu ülke bağımsızlığını kazandıktan sonra izlediği Megali İdeanın hedeflerine uygun olarak sürekli topraklarını aleyhimize genişletmeyi gelenek haline getirmiş ve bunu başarmış, burnumuzun dibine kadar sokulmuştur. Ayvalık’tan, Bodrum’dan Kuşadası’ndan bakınca Yunan adalarını görürsünüz. Bu kadar mı? Güneyimizde nokta kadar Meis Adası’na sahip olmakla Akdeniz’in bu bölgesinde hak sahibi olduklarını iddia ederler.
Saldırganlıklarına ve hırslarına gem vuramadıkları için yıkılan Osmanlı İmparatorluğundan pay kapmak sevdasına kapılarak Türkün anayurdu Anadolu’ya bile tasallut etmeye yeltenmiş ve Büyük Önder Atatürk’ün liderliğinde Türk ulusundan hak ettikleri cevabı ve dersi almışlardır.
Ancak, durmuyorlar, durmayacaklar. Örnek mi istersiniz, işte Kıbrıs’ın tamamına egemen olma çabaları, karasularını 12 mile çıkarma çılgınlığı, Akdeniz’in enerji kaynaklarına sahip olma açgözlülüğü. Bu ülkede tıpkı Ermenistan, İsrail gibi batının koşulsuz himaye ve desteğine sahip olmanın küstahlığı ile bizi rahatsız etmeye devam edecektir.
Ya diğer batı komşumuz Bulgaristan, o da sicili son derece bozuk bir ülkedir. Geçmişte Türk nüfusuna uyguladığı asimilasyon ve bunun sonucunda yüzbinlerin yalınayak başı kabak Türkiye’ye göç etmeleri halen belleklerimizde tazeliğini korumaktadır.
Bir Bulgaristan seyahatimde yıllarca kendilerini baskı altında tutan Ruslara karşı hayranlık ve minnetlerini ifade için yaptıkları anıtları, ibadethaneleri görerek hayretler içinde kalmıştım.
500 yılı aşkın egemenliği altında yaşadığı Osmanlı İmparatorluğunun ne dillerine ne dinlerine karışmayıp, onları asimile etme hedefi gütmeyip bir millet olarak bütünlüklerine saygı göstermesini karşılığını oradaki evladı fatihana yapılan kötü muameleyle gördük.
İşte doğrudan komşularımız. Henüz sorun yaşamadığımız diğer bir doğu komşumuz Gürcistan ile Karadeniz’den komşularımızı ayrı bir yere koyuyorum. Komşularımız bunlar. Kuzeyimiz Rusya-Ukrayna Savaşı ile kan gölü. Doğumuz da Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri patlamak için bir kıvılcıma bakıyor. Güneyimizde ateş, kan ve göz yaşı hiç eksik değil. Kimi arasan burada Amerika’sı, Rusya’sı, İran’ı, İngiltere’si adeta bir bilek güreşi arenası. Tüm dünya stresin, burada boşaltıyor.
Şimdi de Hamas-İsrail kapışması, nerede duracağı, nereye uzanacağı belli değil.
Ne dersiniz şanslı bir coğrafyada mıyız? Coğrafyası milletlerin kaderi midir?
İşte bunun içindir ki Büyük Atatürk “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesini titizlikle izlemiş. Türkiye’yi özellikle Orta Doğu bataklığından ve Araplar arası ilişkilerin kaypaklığından uzak tutmaya çalışmıştır.
O milletini hiçbir zaman yanıltmamıştır.