O. Ertuğrul ÖNEN
Şimdi Kurumsallaşmada nerden çıktı dediğinizi duyar gibiyim. Kurumsallaşma konusu uzun zamandır yazmayı planladığım, ancak bugüne kadar bir türlü kâğıda dökemediğim bir konuydu.
Neyse, kısmet bugüneymiş diyerek başlayalım. Kurumsallaşma çok kullandığımız, gereklerini yerine getirdiğimizi sandığımız, ne var ki gerçekte uygulamaya yanaşmadığımız bir kavramdır.
Peki bu kavramdan ne anlamalıyız, nasıl yorumlamalıyız diye konuya giriş yapalım.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde kurumsallaşmanın kökeni olan” kurum kelimesi “Evlilik, aile, ortaklık, mülkiyet gibi köklü bir yapı içeren, genellikle devletle ilişkili yapı veya birlik, müessese” diye tanımlanıyor. Kurum olmanın yani kurumsallaşmanın ise, bir yapının, birlikteliğin, ortaklığın ait olduğu kişilerin ya da yönetici ve çalışanlarının varlığından özgürleşerek kendi sistemini oluşturduğu, sistemin işleyişine ilişkin kural ve prensiplerin uygulamaya konulduğu bir süreç olduğu genel tarifi paylaşılıyor. Ülkemizde kurumsallaşmanın en çok tartışıldığı kesim özel sektör şirketleridir.
Ülkemizin önde gelen kişilikleri de dahil şirketlerin kurumsallaşmasının gerekliliği; hatta zorunluluğu hakkında söylemlerde aynı çizgi de buluşmuş olsalar da aslında ülkemizde bu yolda fazla bir mesafe kat edebildiğini ifade etmek mümkün değildir.
Bakınız, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli iş adamı olan Vehbi Koç kurumsallaşma hakkında ne demiş; “Şurası açıktır ki işletmelerin kurucularının ömrüne bağlı olmaksızın yaşamaları ancak kurumsallaşma ile mümkündür.”
Doğru söze ne denir? Batının gelişmiş ülkelerinde şirketlerin kapılarında” Since1650 veya Seit 1744” gibi ifadelerle kuruluş tarihlerini gösteren tabelalara çoğunuz görüp tanık olmuşsunuzdur. Bizde geçmişi 100 yılı aşan kaç şirketimiz var? Bugün en bilinenleri ancak ya cumhuriyetten sonraki tarihlerde kurulmuşlar ya da en fazla cumhuriyetle yaşıttırlar.
Merhum Sakıp Sabancı ne demiş kurumsallaşma ile ilgili” İş bir insana bağlı kalmamalıdır. Başarıların devamı için kurumsallaşma şarttır.” Merhum Koç, şirketlerin ömrünün kurucusunun ömrüyle sınırlı olmaması için kurumsallaşmanın öneminin altını çizerken, Merhum Sabancı da başarı için kurumsallaşmanın gerekliliğine vurgu yapmaktadır.
Sonuç olarak başarı ve asırları devirecek bir şirket ömrü için kurumsallaşma olmazsa olmaz olarak görülüyor.
Batının yaşam süresi yüzyıllarla ölçülen birçok şirketinin profesyonel yönetimleri vardır. Pay sahiplerini kimse tanımaz. Onlar bu şirketlerin günlük eylem ve işlemlerinde değil, ancak genel kurullarında söz sahibidirler ve orada son sözü söylerler. Esasen bu şirketlerin birçoğunun borsaya açılma oranı çok yüksektir. Tabana yayılmış bir hissedar yapısına sahiptirler. Şirketlerin önemli bir kısmında pay sahiplerinin hisse miktarları itibariyle tek tek yönetimi etkileme imkanı da bulunmamaktadır.
Biz de ise şirket ne kadar büyürse büyüsün kurucu ve aile fertleri işin başında aktif görev yapar haldedirler. İşin hem sahibi hem söz sahibi yöneticisi olmaları kurumsallığın gelişmesine ciddi engeldir. Nitekim kurucuların hayatlarını kaybetmeleri ile birçok şirketin sarsıntı geçirdiği, ya da gelişmesinin durduğu, hatta bazılarının tamamen dağıldığına sıklıkla tanık olmaktayız.
Devlet görevinden ayrıldığım dönemde 10-15 bin kişi çalıştırır duruma gelmiş genç ve iddialı bir patronun ısrarlı talepleri üzerine holdingin yönetim kuruluna girdim. Aradan bir ay geçmişti ki bir toplantı sonrası genç patron bana” Bir müddet sonra siz de içerideki koşullara bizim gözümüzle bakar hale geleceksiniz. İyice bizden biri olmadan önce gözlemlerinizi ve önerilerinizi bir rapor haline getirebilirseniz çok yararlı olur” deyince işe koyuldum. Tam bir aile şirketi görünümündeki holdingin ve onun şemsiyesi altında yer alan yirmiyi aşkın şirketin tamamını inceleyip kurumsallaşma açısından eksiklerini tespit ederek bu yöndeki önerilerimi de içeren bir raporu kısa bir süre sonra genç patronun önüne koydum.
“Teşekkür ederim. İnceleyeyim, sonra görüşürüz” dedi. Aradan uzunca bir süre geçti. Patrondan ses yok. Bir gün raporu okuyup okumadığını ve bu konudaki düşüncelerini öğrenmek istediğimi söylemem üzerine “okudum çok güzel olmuş. Bizi iyi analiz etmişsiniz. Önerilerinizde yerinde. Ancak, bize uymaz, ben daha gencim. Önerilerinizi uygularsak ben ne iş yapacağım” demez mi? Bir kısmı yurtdışında bulunan 20’yi aşkın şirketi bizzat yönetmeye ve denetlemeye çalışıyordu, ama ne zamanı ne de bilgi ve deneyimi yetiyordu. O nedenle de gelişmeye çok müsait olmasına rağmen beklenen atılımı yapamadılar. Patron diğer birçok Türk patron gibi kurumsallaşmaya hazır değildi. Kurumsallaşma milletçe genlerimize ters düşüyor diye düşünüyorum.
Ekşi sözlükte güzel bir deyiş var” Kurumsallaşma patronun kartına (CEO) yazmak değildir” diye. İşte tamı tamına durumumuz bu. Peki şirketlerin devamlılığı ve gelişimi için bu kadar hayati önem taşıdığında hemfikir olunan kurumsallaşmak için ne yapmak gerekir. Dilerseniz birazda işin bu yönüne bakalım. Sanıyorum milletçe kurumsallaşmaya sırt çevirmemizin gerekçelerini de böylece anlamış olacağız.
Kurumsallaşma ile ilgili yapılması gerekenler adına onlarca madde sıralayabiliriz. Ancak kısaca ifade etmek gerekirse
- Şirketin amacına uygun bir organizasyon yapısının oluşturulması,
- Görev, yetki ve sorumlulukların çok açık ve net bir şekilde belirlenmesi,
- Yönetim, uygulama ve denetime ilişkin yönergelerle bu temel fonksiyonların nasıl yerine getirileceğine ilişkin yol ve yöntemlerin saptanması,
- Son kararların danışma ile alınması,
gibi temel unsurları sayabiliriz.
Doğal olarak, ahbap çavuş, eş dost yerine her işi, her görevi ehil olana vermek de kurumsallaşmanın olmazsa olmazlarındandır.
Ancak kurumsallaşmanın temeli; kurucu ve kurucu yakınlarının, yani aile fertlerinin işin her aşamasında yer almak ve her şeyi ben bilirim sevdasından vaz geçebilmeleridir. Türkiye’de başarılamayan işte budur. En önemli hatta asırlık hale gelmiş şirketlerimiz bile ısrarla aile bireylerince yönetilmektedir.
Ne yazık ki bu sevdadan vazgeçilmedikçe ülkemizde kurumsallaşmadan söz etmek mümkün olmayacaktır.