O. Ertuğrul Önen
Türk Milletinin genleri direnç kazandı başlığı ile üç haftadır yazıyorum. Geçen hafta cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ulusça yaşadığımız ekonomik krizlere diğer bir ifade ile ekonomik felâketlere değinmiş ve 2 yıldır adeta müzminleşen bir türlü kurtulamadığımız son krizimizi özel olarak ele alacığımı ifade etmiştim.
Ülkemiz maalesef bu son krize ekonomik bağışıklığı çökmüş, kurumsal zafiyet yaşar konumdayken yakalanmıştır. Kaldı ki bu durumu doğru teşhis ve buna göre tedavi uygulanması gerekenlerin öncelikle hastalığı kabul etmemeleri, sonrasında ise bilimin ve deneyimin tersine tedavi yöntemlerine başvurmaları sonucunda sorun müzminleşmiş ve kaybedilen zamanla rehabilitasyonu daha güç hale gelmiştir.
Bünyemiz zayıfladı ve kurumlarımız gerçek fonksiyonunu yerine getiremez hale geldi derken birkaç örnekle bu durumu anlaşılır kılmaya çalışacağım.
İç dış hiç fark etmez sermaye ürkektir. Öncelikle gideceği ortamda güven ve istikrar arar. Kazanç motifi daha sonra gelir. Ülkemizde yargı bağımsızlığının ve hukukun üstünlüğünün tartışılır hale gelmesi, kamu yönetiminin istişare yapılmaksızın alınan hesaplanamaz, öngörülemez kararlarla ekonomiye yön vermeye kalkması, yerli ve yabancı yatırımcıyı yeni yatırım yapmaktan caydırdığı gibi mevcut yatırımların da yurt dışına kaymasına neden olmuştur. Ülkemizde uzun yıllardır var olan birçok yabancı firmanın yavaş yavaş ülkemizden ayrıldığını ya da küçülmeye gittiğini üzülerek görmekteyiz. Keza yabancı yatırımcıların borsadan da çıktıklarına tanık olmaktayız.
Merkez Bankamızın ne yaptığını anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz. Bütün dünya pandeminin sonucu alınan finansal önlemlerin ardından yaşanan enflasyonu kontrol altına almak için faiz artırırken (FED ve Avrupa Merkez Bankası en bilinenleri) Merkez Bankamız sürekli faiz indirimi yaptı. Halen %8.5 düzeyinde tutulan politika faizi piyasa gerçeklerinden tamamen uzaklaşmış vaziyettir. Bankaların mevduat ve kredi faizlerinin %30’lar dolayında olduğunu düşünürsek başka söz söylemeye gerek yoktur. Kısaca ifade etmek gerekirse sık sık değiştirilen başkanları ve ekonomi ilmiyle bağdaşmayan kararları ile Merkez Bankamızın fiyat istikrarını sağlama görevini yerine getiremediğini, siyasi baskı altında bağımsızlığını kaybederek bocalayıp durduğunu söylemek yanlış olmaz.
Bir de TUİK’imiz var. Açıkladığı ekonomik göstergeler başta enflasyon ve işsizlik verileri olmak üzere şüpheyle karşılanıyor, dolayısıyla ekonomik durumun sağlıklı bir şekilde analiz edilmesine de imkân bırakmıyor.
Bu bozulan yapı içinde son bir söz de eğitim için söylemek isterim. Yaz boz tahtasına döndürülen eğitim sistemimiz çağın çok gerisinde kalmış ve ülkemizin rekabet yarışındaki dinamosu olma niteliğini kaybetmiştir. Her kentte bir üniversite anlayışıyla yola çıkılmış, sayı olarak çok üniversitemiz olmuş ama nitelik olarak başarı sağlanamamıştır. Dünyanın ilk 500 üniversitesi içerisinde tek bir üniversitemiz yer almamaktadır. Bunların çoğunluğu hayattan kopuk, kâr merkezi görünümü sergileyen, toplumun ihtiyacı olmayan diplomalar dağıtan yapılar haline gelmiştir. Herkesi üniversitelerin kapısına yığan eğitim sistemimiz ziraat teknisyeni, marangoz, kaynakçı, tasfiyeci, tornacı, elektrikçi gibi iyi yetişmiş ara elemanlara ihtiyaç varken ülke ihtiyacının çok üstünde Sümerolog, arkeolog, işletmeci, iktisatçı, hukukçu diploması dağıtarak hem bu gençlere yazık etmektedirler hem de ülkemize.
Eğitimimiz rekabet gücüne destek, vermiyor, kurumlarımız bağımsızlıklarını kaybetmiş, adalet düzenimiz bozulmuş. Ülkeyi yönetenler ekonomi bilimi yerine kendi bildiklerine öncelik verir hale gelmişler, peki sonuç ne olmuş? Tarımda net ihracatçı iken net ithalatçı olmuşuz. İzlenen yanlış politikalar sonucu sanayi üretim yapımız bozulmuş, ithalatımızın %80’nini ara malı ve hammaddeler oluşturur hale gelmiş, dolayısıyla ihracatımızın katma değeri düşmüş, son 5 yılda 288.9 milyar$ dış ticaret açığı vermişiz.
2022 yılında ise tek bir yılda 109.5 milyar dolar açıkla olumsuz anlamda bir rekor kırmış ve işlerin iyi gitmediğini net bir şekilde ortaya koymuşuz.
İşler gerçekten iyi gitmiyor. Ülke olarak iki yakamızı bir araya getiremiyoruz. Çok yüksek dış ticaret ve ödemeler dengesi açıkları altında eziliyoruz.
Bütçemiz sürekli açık veriyor. Devletimiz de içeride ve dışarıda borç arar halde.
Enflasyon geniş halk kesimlerini canından bezdirmiş orta gelir grubu adeta eriyerek alt gelir grubuna doğru akmış.
Müzmin bir işsizlik kol geziyor. Gençlerimiz umutlarını kaybetmiş.
Ücretliler ücretleri, emekliler emekli maaşları ile geçinemez durumdalar. Gerçekten güç bir süreçten geçerken 11 ilimizi yerle bir eden ulusça yüreğimizi dağlayan bir deprem felâketi yaşadık. Milli gelirin %10’unun, ihracatımızın %8’inin sağlandığı bu bölgenin uğradığı felâket can kaybı, maddi hasar ve gelir kaybı olarak ülkemize çok ağır bir yük daha eklemiş bulunuyor. İyimser tahminlere göre işin yalnızca maddi kısmı ekonomimize 100 milyar dolarlık ek bir yük daha getirecek.
Ülkemizin de yaşamak durumunda kaldığı dünyayı pençesine alan salgın hastalığın tetiklediği Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ile iyice güçleşen koşulların etkisi de işin tuzu biberi olmuştur.
Durumumuz iç açıcı değil, gelecekte her hâlükârda zorlu ve güç günler yaşayacağımız kesin gibi önemli olan aklın ve bilimin gereklerini yaparak ve bu kutlu milletin azim ve çabası ile karanlığı aydınlığa çevirmektir.
Umudumuzu kaybetmeyeceğiz. Çünkü umudunu kaybeden her şeyini kaybetmiş sayılır.
Biz bu da geçer yahu diyeceğiz.