Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors
Son Haberler
Buradasınız: Anasayfa / Haftanın Yazısı / VATANDAŞIN SESİNİ DİNLİYORUZ

VATANDAŞIN SESİNİ DİNLİYORUZ

O. Ertuğrul ÖNEN

Vatandaşımızın hali nedir, geçimi yerinde midir? Geleceğe umutla bakabiliyor mu? Televizyonlarda sokak röportajlarında bu tür soruları ve verilen cevapları da mutlaka izliyorsunuzdur. Ama bir de bizden dinleyin istedim.

İşte onların sözleriyle onların hali:

Çocuk: Sabahleyin karanlıkta uyanıyorum, Gün doğmadan okula gitmek için yollara düşüyorum. Tam uyanamadığım gibi korkuyorum da. Durumumuz iyi değil, babam iş bulursa çalışıyor, annem evlere temizliğe gidiyor. Annem beslenme çantama bir şey koyamıyor. Karnım doymayınca kafamda çalışmıyor. Arkadaşlarımın yediğine bakıp imreniyorum. Öğretmenim anneme” Bu çocuk niçin böyle zayıf ve çelimsiz” demiş. Aynaya baktım; demek çelimsizlik böyle şeymiş anladım. En çok neye mi kızıyorum? Tabii ki Televizyonlardaki yiyecek reklamlarına kızıyorum. Bize alamayacağımız şeyleri niçin gösteriyorlar. Rüyalarıma giriyor, canım çekiyor, üzülüyorum.

Üniversite öğrencisi: Abi nasıl olalım, günlük yaşıyoruz. Ogün karnımı bir şekilde doyurabilmişsem ne ala, ertesi günü düşünüyorum. En büyük sorunda barınma. Yurtlarda yer bulmak milli piyangoda büyük ikramiye kazanmak gibi bir şey. Beş arkadaş fare deliği gibi bir yere sığındık. Oranın kirasını bile güçlükle ödüyoruz. Öğrenci bursu derseniz hiçbir derde deva değil. Anlayacağınız durumumuz tek kelimeyle berbat. Bu kadar çile çekip okulu bitirince ne olacak sanki iş mi var? Bulsan bile ya asgari ücret ya bir miktar üzeri. Bu koşullarda nasıl aile kurup, çoluk çocuk sahibi olup, normal insanlar gibi yaşayabileceğim. Tek umudum becerebilirsem kendimi yurtdışına atmak. Başka çare yok, haksız mıyım?

İşçi: Çalışma saatleri güya yasalarla tespit edilmiş. Bizim iş yerinde ise patron ne kadar derse o kadar çalışmak zorundayız. Beğenmeyene hemen kapıyı gösteriyor. İşçi bulmak mesele mi onlar için? Çalışma saatlerimiz uzun da çalışma koşullarımız iyi mi sanki. Soğuk rutubetli ortamda çoğumuz romatizma illetine tutulduk. Bu eziyetin karşılığı ise asgari ücret. Sendikaya girelim dedik, öncülük eden arkadaşlarımızı hemen kapının önüne koydular. Şu kış kıyamette işsiz kalmayalım diye sustuk oturduk. Olan o arkadaşlarımıza oldu. Boş zamanlarında ne yapıyorsun diye soruyorsun abicim boş zamanımız var mı ki? Olsa da cepte beş para yokken lokantaya, sinemaya, tiyatroya mı gideceğim. Eve geldiğimde bitkinlikten kendimi yatağa atıyorum, sabahleyin zor kalkıyorum. İşte bizim hayatımız bu abicim. Nasıl güzel mi?

Köylü: Yağmurda, tipide, kızgın güneş altında toprakla güreşiyoruz. Tohumu toprağa atıp, kendimizi doğanın koşullarına bırakıyoruz. İşimiz rast giderse iyi ürün alıyoruz. Bazen dolu vuruyor, kuraklık oluyor, sel götürüyor. İşte o yıl aç kalıyoruz. İşimiz zor ve birazda Allah’a kalmış. Sonrasında da tüccarın, aracının insafına kalıyoruz. Bizi birbirimize kırdırıyorlar, emeğimize çökmek için. Biliyorlar güçsüz olduğumuzu. Hasat zamanı artık elde avuçta beş para kalmadığını. Sabrımız onların sabır ve dayanma güçleriyle yarışamadığı için sonunda yeniliyoruz, onların dediği oluyor. Bazen bizi öyle eziyorlar ki emeğimizin alın terimizin ürününü onlara üç paraya vermek yerine tarlada kurda kuşa terk ediyoruz. İşte bu sebeple çocuklarımız, gençlerimiz köyleri terk ediyor. Böyle giderse çiftçi nüfus kalmayacak, o zaman bu halk para mı yiyecek?

Büyük Atatürk “Köylü milletin efendisidir” sözünü boşuna mı söyledi! Efendiliğin ne hale geldiğine bakın. Beyim kusura bakma çok doluyum.

Emekli: Kırk yıla yakın ömrümün en önemli yıllarını çalışarak geçirdim. Bu ülkeye yararlı olmak için didindim, çabaladım. Çok yorulmuştum. Son yıllarımı sakin, güzel emeklilik yıllarının hayali doldurmaya başlamıştı, neler Yapmayacaktım ki, sinemaya, tiyatroya gidecek, eşimle birlikte sık sık seyahate çıkacak, bu özgür günlerimin tadını çıkaracaktım. Emekli oldum ilk yıllar nispeten rahat geçti sayılır. Ancak koşullar gittikçe kötüleşmeye başlamıştı. Ülke ağır bir enflasyon sarmalına tutulmuştu. Olanda biz emeklilere oluyordu. Maaşlarımızı enflasyon yiyip bitiriyordu. Artık öyle bir hale gelmiştik ki, bırakın seyahate çıkmayı, evden çıkıp sıradan bir lokantaya gidebilmeyi bile lüks sayar hale gelmiştik. İki yakamızı bir araya getirmekte zorlanıyorduk. Allahtan başımızı soktuğumuz bir evimiz vardı. Kirada versek bitmiştik. Emeklilerin büyük çoğunluğunun asgari ücretin çok altında bir aylık aldığını öğrenince halimize şükretmiştim. Seyahate, lokantaya, tiyatroya gidemiyorduk ama hiç değilse aç ve açıkta değildik.40 yıllık hizmetin karşılığı bu mu olmalıydı diye üzüldük, kahrolduk. Doğal olarak o başlangıçtaki güzel emeklilik hayallerini ise bir başka bahara erteledik.

Fabrikatör: Halinden memnun olmak mı? Nerede, hani bir söz vardır” Dışı seni içi beni yakar” diye. İşte bizimki de öyle bir şey. Bu devirde üretmek kadar zor ve getirisiz bir faaliyet olamaz, resmen enayilik. Üretim girdilerimizin fiyatları çoğu dünya girdi fiyat ortalamalarının çok üzerinde bu nedenle maliyet tutturmakta zorlanıyoruz. Bu yetmiyormuş gibi enflasyonla mücadelede de en önemli silah olarak döviz değerlerini tutmayı hedefleyen iktidar değerli TL politikasıyla ithalatı ucuzlatıp, ihracata ise adeta vergi koyar gibi bir politika izleyerek bizleri çok daha zor duruma düşürdü. Bu sebeple yakın çevremden birçok fabrika ya kapandı. Ya da başka ülkelere taşındı.

Aklım olsaydı; ne gerek vardı istihdam yaratacağım, üretip ihracat yapacağım diye paralanmaya. Birçok arkadaşımın yaptığı gibi fabrika arazisine AVM yapıp, her ay tıkır tıkır kira toplardım, ya da rezidans dikip daireleri milyon dolara satıp keyfime bakardım. Gel gör ki kanımıza işlemiş bu fabrika kokusu vazgeçemiyoruz bu işten. Gittiği yere kadar götürüp ya kısmet diyeceğim.

Ne dersiniz çeşitli koşullardan değişik kesimlerden insanların sesine kulak verdik. Herkesin derdi farklı, ama hiç kimse halinden memnun görünmüyor. Ya da biz halinden memnunları bulamadık.

Hakkında admin

Türk Dışticaret Vakfı

Cevapla

Scroll To Top