80’li yılların sonları Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracat genel müdürüyüm. Yurtdışında diplomatik görevde bulunmuşum, dışa dönük bir görev yapıyorum. Gerek görev yaptığım yerlerde tanıklıklarımdan gerek diğer arkadaşlarımın anlattıklarından yurtdışında birçok başkentte ve büyük önemli kentlerde o ülkenin eliti ile diplomasiyi bir araya getiren, onların birlikte zaman geçirmesine, bilgi alışverişimde bulunmasına imkân sağlayan kulüplerin var olduğunu görüyor, biliyordum.
Başkentimiz Ankara’nın bu eksikliğinin de bir şekilde giderilmesi gerektiğini düşünüyordum.
Özal hükümetlerinin ekonomi de ihracata dayalı büyüme modelini önceledikleri yıllardı. Gelen giden heyetlerin haddi hesabı yoktu. Doğulu heyetler bir alemdi. 50 – 60 kişi gelen heyetler hatırlıyorum. Bunlardan ülkelerinde içki yasağı olan bir ülkenin heyetinin ayrılmasından sonra fatura ödeme aşamasında minibarlardan içilen içkilerin bedelinin konaklama bedelini aştığını hayretle görmüştük.
İşte bir yandan diplomatik kulüp gereksinimini karşılamak, diğer yandan gelen yabancı heyetleri ağırlamak için bir proje geliştirmeye karar verdik.
Değerli dostum artık aramızda bulunmayan o tarihlerde Hazine ve Dış Ticaret Müsteşar Yardımcısı Yener Dinçmen ile Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürü Şafak Kaynak’a giderek düşüncemizi ve nasıl bir araziye ihtiyaç duyduğumuzu anlattık. Şafak bey birkaç gün sonra bizi arayarak Mogan Gölüne kıyısı bulunan Orman Bakanlığı’nın kullanımında bulunmakla beraber bir şey yapılmayan 50 dönümlük bir araziyi Orman Bakanlığı ile görüşerek bize tahsis edebileceğini bildirdi.
Sanıyorum Orman Bakanlığı’nın üst yönetimi ile biz de görüştük ve sonuçta olumlu yanıt vermelerini sağladık ve arazi bize tahsis edildi.
Hedefimize adım adım yaklaşıyorduk. Yatırım için parayı İhracat Genel Müdürlüğü’nün tasarrufundaki bir fondan ben karşılayacaktım.
O yıllarda Ankara’nın en tanınmış mimarlarından biri olan Şevki Vanlı’yı çağırarak düşüncelerimizi anlattım. Çeşitli büyüklüklerde toplantı salonları ile küçük bir konferans salonuna yer verilecekti. Çok geniş olmayan heyetleri ağırlayacak kadar yatak odası bulunacaktı. Üst düzey restoran ve cafe hizmeti verecekti. Kapalı ve açık yüzme havuzu, Türk hamamı, saunası açık ve kapalı tenis kortları, fitness, basketbol, voleybol ve squash salonları, göl kenarında kürek ve yelken sporu yapacaklar için bir iskele öngörülmekteydi. Arazide güzel bir peyzaj çalışması yapılacaktı. Binaların kapladığı alan göl kenarının imar düzenine uygun olacak şekilde planlanacaktı.
Bu tesisten müsteşarlığımızın mensuplarının yanında bürokrasinin ve siyasetin seçkin temsilcileri, önemli iş adamları, basının üst düzeyi ve Ankara’daki diplomatik misyon temsilcileri üyelik esasına göre yararlanabilecekti.
Ankara’da o tarihte böyle bir organize tesis yoktu ve halen de yok ve bu eksiklik günümüzde de varlığını hissettiriyor.
Diyeceksiniz ki peki bu proje gerçekleşmedi mi?
Binanın yapımı aşamasında ben ekonomi ve ticaret baş müşaviri olarak o tarihlerdeki ismiyle Federal Almanya’nın başkenti Bonn’a atanmıştım.
Bina yapıldı. Tefriş edildi. Ancak bizden sonra gelenler orayı sıradan bir müessese lokaline çevirerek kullanmayı tercih ettiler. O göl kıyısındaki geniş araziye yayılıp çoluk çocuk mangal yaparak tadını çıkarttılar. Esas kuruluş amacı bir tarafa bırakıldı. Burada düğünler, dernekler yapıldı. Vur patlasın çal oynasın günlerini gün ettiler
Peki daha sonra ne oldu?
Tansu Çiller, devlet bakanı olduktan sonra Hazine ve Dış Ticaret de kendisine bağlanmıştı. Söylendiğine göre o tarihten sonra burası Çiller Ailesinin dostları ile iddialı tenis maçları yaptığı kişisel kullanıma tahsisli bir yer haline gelmiş. Tansu Çiller ve ailesinin devlet hayatından çekilmesinden sonra ise sallanıp durmuş, sonrasında ise kapısına kilit vurulmuş.
Birkaç ay önce ne durumda olduğunu görmek için gittim. Gördüğüm manzara üzüntü vericiydi. İlginci binanın kapısında Ankara Emniyet Müdürlüğü yazıyor olmasıydı. Ne alaka diyeceksiniz? Doğrusu ben de anlamadım. Nöbetçi polis memuru nazik bir kişiydi. Kendimi tanıtınca içeriye girmeme izin verdi. Bakımsızlıktan her yer dökülmüş harap olmuştu. Çok iyi planlanmış ve de Ankara gibi kurak bir coğrafyada güzel bir konumda olan ve çok önemli hizmetler verebilecek olan bu tesisin içine düşürüldüğü bu duruma çok kızdım ve neden olanları da kınadım.
Polis memurunun söylediğine göre binanın satılabilecek birçok şeyi hırsızlar tarafından sökülüp götürülmüş. Emniyet devraldıktan sonra neyse ki bu talan durdurulabilmiş.
Bence bu tesisin gerçek amacı için ilgili bir kuruma devredilerek faaliyete geçirilmesi için yine de geç sayılmaz. Ankara’nın böyle bir tesise hala ihtiyacı var. Ben burada Ticaret ve Dış İşleri Bakanlıklarımızı göreve çağırıyorum.
Zararın neresinden dönülürse kârdır.