Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors
Son Haberler
Buradasınız: Anasayfa / Haftanın Yazısı / DR. SARUHAN BOZYAKALI

DR. SARUHAN BOZYAKALI

saruhan-bozyakalıHamburg’da ticaret müşavirliği görevine başladığımda bu görevi vekâleten yürüten Yüksel Özalp henüz Türkiye’ye dönmemişti. Türkiye’deki hükümet değişiklikleri nedeniyle onun ve onunla birlikte gelen diğer arkadaşlarımızın Yurtiçi görevlerine dönüşleri gecikmişti.

Belki iyi de olmuştu. Çünkü Yüksel 4 yıldır Hamburg’daydı. Bu bakımdan bana vereceği bilgiler kadar iletişim içinde olduğumuz ilgili ve yetkili kişilerle tanışmam açısından da onun bulunması yararlı olacaktı.

Nitekim, oturup bir program yaptık. Alman, Türk görev bölgemizdeki yetkili ve ilgili kişileri bu program dâhilinde ziyaret edip tanışacaktım.

Ziyaret edeceğim kişilerden biri de Dr. Saruhan Bozyakalı isminde bir Türk tacirdi. Saruhan Bozyakalı yaş meyve ve sebze sektöründe ithalat yapan, bazı Türk firmalarının temsilciliğini üstlenen, bölgenin Türk kökenli önemli iş adamlarından biriydi.

Bir sabah 10:00 -10:30 gibi bir vakitte Dr. Bozyakalı’nın ofisindeydik.

Kilolu, ama kilo kendisine şirinlik veren, sürekli tebessüm eden, daha ilk görüşte insanı rahatlatan cana yakın biriydi Dr. Bozyakalı.

Bürosuna geldiğimizde her iki kulağında bir telefon ahizesi, bir tarafa Almanca, diğer tarafa Türkçe laf yetiştiriyordu.

Konuşması bitti. Karşılıklı tanıştık. Memur duruşumu bozmamaya ve mesafeyi korumaya gayret ederek konuşmaya başladık. Yüksel, ona kısaca “Doktor” diye hitap ediyordu.

Sohbetimizin hemen başında,  daha sonraları kendisinden yüzlerce kez duyacağım “ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisiz” tümcesiyle süslenen ya bir anekdot veya bir değerlendirme dinledim.

Daha sonra çok yakın olduğumuz dönemlerde ona hitabım olan “Saruhan” veya “doktor” diye söz ederek onu sizlere anlatmaya devam edeceğim.

İlk ziyarete tekrar dönmek istiyorum. Ne içmek istediğimizi sorduğunda her ikimiz de “kahve” dedik. “Konyak da ister misiniz?” diye ilave ettiğinde ben “çok erken, istemem” diye cevap verdim. Yüksel “ben alırım” dedi.

Çok renkli ve ilgi çekici bir sohbet oluyordu. Saruhan’la Yüksel ikinci kahve ve konyağı geride bırakmışlardı. Saruhan bana da sürekli ısrar ediyordu. Artık direnmeme imkân kalmamıştı. Onların üçüncü konyağından itibaren ben de konyakçılar kervanına katılmıştım.

Ne kadar konyak içtik şimdi hatırlamıyorum. Artık öğle olmak üzereydi. İzin isteyip kalkmak için girişimde bulundum. Mümkün mü ..?

Saruhan, “Ben Alman değilim bizim geleneğimizde misafiri öğle vakti aç göndermek var mı? Beraber yemek yiyelim sonra gidersiniz” diye ısrar ediyordu.

“Çok vaktini aldık. Bizim de işimiz var, dönmemiz gerekiyor” gibi savunma taktiklerimizi “Siz öğle yemeği yemeyecek misiniz ..? Beraber yiyelim gidersiniz” diye savuşturuyordu. Daha fazla direnmenin artık ayıp olacağını düşünerek Saruhan’ın teklifini kabul ettik.

Öğle yemeğinde bira ve Schnaps (Şınaps) tabir edilen ve biranın yanında içilen sert bir Alman içkisiyle devam ettik. Vakit öğleden sonra 3-4 dolaylarına gelmişken yemekten kalktık. Ancak, hiçbirimizin ayakta duracak hali yoktu. Oradan herkes doğruca kendi evine yollandı.

Yüksel Türkiye’ye dönmüştü. Evimiz Saruhanlara çok yakındı. Ancak, o ilk buluşmadan sonra herhangi bir temasımız olmamıştı.

Bir gün Saruhan telefon etti. “Sizi hafta sonu evin bahçesinde mangala davet ediyoruz. Gelirseniz memnun oluruz bu vesileyle ailece de tanışırız” dedi.

Hamburg’da henüz doğru dürüst bir çevremiz yoktu. Bu tanışma bize de iyi gelecekti.

Pazar günü giyimimize, kuşamımıza oldukça özen göstererek hazırlandık. Kararlaştırılan saatte verilen adrese ulaştık. Hiç unutmuyorum. Adres “Niendorfer Strasse 100” idi. Sonraları bu adresten dolayı   “100 numara” diye Saruhan’a takılırdık. Kapıda önce bizi eli yüzü ve üstü başı kara içinde,  ayaklarında kendine ait olmayan büyük ayakkabılarla bir çocuk karşıladı ve içeriye seslendi. Kapıda Saruhan göründü. Bir işçi tulumu giymişti. Onun elleri de karalar içindeydi.

Bizi görünce “Yahu siz baloya mı geliyorsunuz. Yazık bu kıyafetlerinize eviniz yakın gidip değiştirin” dedi.

Hayatımda ilk defa bir yerde özenli davrandığım, iyi giyimli olduğum için mahcup oldum. Ama doğru söylüyordu. Çocukları da alarak tekrar eve döndük. Spor giyinerek mangal partisine katıldık.

Saruhan’ın eşi Prusya asıllı bir Almandı. Eşiyle Avusturya’nın Graz şehrinde üniversite eğitimi sırasında tanışmışlardı. Saruhan’ın doktorluğu da iktisat öğreniminde Avusturya’da mutad olduğu üzere doktora derecesi almasından geliyordu.

Özellikle Türk arkadaşları “Doktor bizi muayene et” diye zaman zaman takılıyordu.

Saruhan’ın eşi Türkoloji tahsil etmişti. Tip olarak Türk’e benziyordu. Saruhan “Bizim hanım Kürt gelin” diye latife ederdi. Maria Luisa (Gülsüm) benim tanıdığım yabancılar içerisinde Türkçeyi, deyimleriyle, aksansız en iyi konuşan yabancıdır. Birçok yabancı Türkoloji profesörü tanıdım. Ancak, hiçbiri onun düzeyinde değildi.

Bozyakalı ailesi bizim Hamburg’da bulunduğumuz 4 yıl içinde dostluklarıyla bizi yalnız bırakmadılar. Birlikte çok güzel anılarımız oldu. Dönüşümüzde ise onlar vasıtasıyla Bozyakalı ailesinin büyükleriyle tanıştık. Bugünlerde artık ikisi de aramızda olmayan Dr. Enver ve Melahat Bozyakalı çifti örnek bir Cumhuriyet ailesi ve sevilen sayılan mümtaz kişilerdi. Onların da dostluğunu kazanarak güzel anılar biriktirdik.

Cuma günleri genelde bizim büroda bazen de hemen yakınımızda bulunan Maliye Müşavirliğinde öğle yemeğinde bir araya gelirdik. Benim yardımcılarım Ömer Berki ve Akın İstanbullu ile maliye müşavirleri Abdullah Bulum ve Mehmet Şenocak’ın yanında Saruhan da bu Cuma sohbetlerinin müdavimiydi. Dönerleri ana istasyonun (Hauptbahnhof ) yakınındaki camiye Cuma namazına giden bizim kadrodan Serdar Doğan (Alparslan Türkeş’in bacanağı) oradaki Türk dönerciden getirirdi. İki toplantıdan birinde Saruhan mutlaka “ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisiz” diye bir konuyu gündeme taşırdı.

Saruhan duygusal, geçmişine özlem duyan bir insandı. Bir gün eşimi börek veya mantı yapmak için hamur açarken gören Saruhan’ın eski günlerinin,  büyüklerinin özlemiyle gözleri yaşarmıştı.

Yemeyi ve yedirmeyi severdi. Hani kilo olarak ta bunu inkâr etmezdi. Bize yemeğe geldikleri bir gün Saruhan bir an kayboldu. Onu mutfakta börek tepsisinin başında buldum. Elinde peçete, bir yandan yiyor, bir yandan da peçeteyle terlerini siliyordu. Tepsinin yarısı gitmişti. Yemeye devam ederken    “Ağabey, yengemin ellerine sağlık güzel olmuş vallahi” diye övgüyü eklemeyi de unutmuyordu.

Saruhan da eşi gibi, müthiş lisan yeteneği olan bir kişiydi. Bir ay bir yerde bulunsun. Başlıyordu o ülkenin dilini konuşmaya.

Ben Saruhan’ın Türkçe ve yine anadili kadar rahat konuştuğu Almanca dışında İngilizce, İspanyolca, Farsça konuştuğuna tanık oldum. Almancayı keyfi yerindeyse değişik lehçelerle, Türkçeyi ise Kıbrıs lehçesiyle çok tatlı bir hale sokardı. İyi araba kullanırdı. Çünkü kendi ifadesiyle bu işe dedesinin kamyonunu kaçırarak başlamıştı.

Ara sıra dümdüz kilometrelerce uzanıp giden Alman otoyollarında (Autobahn) direksiyonu göbeğiyle sıkıştırarak kestirme yaptığını bizzat kendisi ifade ederdi.

Saruhan’ı en son bundan 2-3 yıl önce Hamburg’a dostumuz olan bir aile ile yaptığımız özel seyahat sırasında gördüm. Saruhan Türkiye’deydi. Eşi ise Hamburg dışında olduğundan görüşemedik. Çünkü biz Hamburg’a habersiz gitmiştik.

Dönmeden önceki son akşam yetişti. Geç vakit kaldığımız otelin lobisinde buluştuk. Hiç değişmemişti. Yine aynı muzip, çocuksu çehre yine aynı şen, esprili kişilik. Tek farkı güya artık sigarayı azaltmıştı. Ancak, o akşam geç saatlerde otel garsonlarından ve bar yetkililerinden tek tek talep ederek bir hayli sigara içti. İlginci otelde herkes Saruhan’ı tanıyordu. Yine takılmadan edemedim.  “Sen Hamburg’un ağası olmuşsun” diye.

O genç ve güzel yıllarımızı anılarıyla renklendirdikleri için Saruhan’ı ve değerli Bozyakalı ailesini hep sevgiyle anacağız.

O.Ertuğrul Önen

Hakkında admin

Türk Dışticaret Vakfı

Cevapla

Scroll To Top