Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors
Son Haberler
Buradasınız: Anasayfa / Haftanın Yazısı / DIŞ TİCARETİN UNUTULMAZLARI ŞEREF DURUGÖNÜL “BABAN ŞEREF”

DIŞ TİCARETİN UNUTULMAZLARI ŞEREF DURUGÖNÜL “BABAN ŞEREF”

baban-seref

O. Ertuğrul ÖNEN

 Şeref Durugönül Mülkiye’den Baban lakabı ile mezun olmuş ve tüm hayatı boyunca bu lakabına uygun bir yaşam sürdürmüştür.

Dış ticaretin genç kuşaklarının hatırlamayacakları bu efsanenin anlatımını, her zaman olduğu gibi onu yakından tanıyan ve birlikte çalışmış olan Başkanımız Ertuğrul Önen’e bırakıyoruz.

“Benim, merhum Şeref Durugönül’ü, gıyaben de olsa ilk tanımam ve sonraki karşılaşmalarımız onun hakkında çok olumlu düşünceler taşımamı mümkün kılmamıştır.

Genç bir Müfettiş Yardımcısı olarak Anadolu’nun bir kentinde teftiş görevini sürdürürken, kırılgan demokrasimiz yeni bir askeri müdahale ile kesintiye uğramış ve arkasından CHP’den istifa eden Prof. Dr. Nihat Erim’in başkanlığında o günlerde “beyin kabinesi” olarak lanse edilen Cumhuriyetin 33. hükümeti kurulmuştu.

Kabine ilan edildi. Ticaret Bakanlığı yok. Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı diye yeni bir bakanlık kurulmuş, bir de bizi çağrıştıran Sanayi ve Ticaret Bakanlığı isimli diğer bir bakanlık ortaya çıkmış. Bağlı olduğum yer neresi bilmiyorum.

Ankara’daki arkadaşları aradım. Onlar da şaşkın. Mantık yürütüp sonuca gitmeye çalışıyorlar. Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı bizim Dış Ticaret Dairesi Başkanlığımız üzerine kurulmuş. Bakanlığın iç ticaretle ilgili bölümleri ise Sanayi ve Ticaret Bakanlığı içerisine alınmış. Ancak bizim gibi ortak birimlerin nereye gideceği henüz belirsiz. Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı yeni kurulduğu için bir teftiş kurulu yok. Oysa Sanayi Bakanlığı’nda bir teftiş kurulu var. Dolayısıyla normal olarak beklenti bizim Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı’nda kaldığımız yolunda.

Birkaç gün sonra Ankara’ya döndüm. “Personel Dairesi Başkanlığı”, “İdari İşler” gibi ortak birimlerin tamamı Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı’nda kalırken, Teftiş Kurulu dışlanmış ve alelacele taşınmışlar. Tandoğan’da Sanayi Bakanlığı binasında bir köşeye sığınmışlar.

Teftiş Kurulu vaktiyle Şeref Beyle ilgili bir soruşturma yaptığı için müfettişlerden hoşlanmıyor ve kadere bakın, Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı’nın Müsteşarı (o tarihte bu bakanlığın müsteşarı da Dış İşleri Bakanlığına özenilerek genel sekreter olarak isimlendirilmişti) olan Şeref Bey nasıl başarıyorsa bizi zaten bir teftiş kurulu olan Sanayi Bakanlığına gönderiyor ve Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı’na alelusul toplama bir teftiş kurulu kuruyor.

Bir yıla yakın bir süre çok sıkıntı çektik. Artık iki ayrı teftiş kurulu olan bir yapıydık. Biz kariyer olmadığı için Sanayi Teftiş Kurulu ile birleşmek istemiyorduk. Doğru dürüst yerleşmeden bir yıla yakın bir zaman geçti. Beyin kabinesi dağıldı. Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı kaldırıldı ve Ticaret Bakanlığı yeniden kuruldu. Ticaret Bakanlığı’nın kaderi biraz Anadolu’nun kaderine benzer, işgaller, parçalanmalar, birleşmeler. Günümüzde de devam ediyor. Bir bölümü şu anda Ekonomi Bakanlığı, diğer bir bölümü Gümrük ve Ticaret Bakanlığı içerisinde varlıklarını sürdürüyor.
Tekrar eski bakanlığımıza taşındık. Bu kez Şeref Bey’in kurduğu teftiş kurulunun mensuplarını haklı olarak bünyeye kabul etmedik. Ancak, tasfiyeleri hayli zaman aldı. Yaşadığım bu olaylar bende negatif bir “Şeref Bey imajı” yarattı.

Şeref Beyle ilgili diğer bir anım, sabah mesaisi başlangıcı biraz geçmiş, her zaman teftiş kurulunun bulunduğu kanattan bakanlık binasına girerken bu kez dış ticaret bölümünün olduğu kapıdan girdim. Baktım, Bakanlık Müsteşarı yanında bir adam geç gelenleri not ediyorlar. Tabii bir Bakanlık Müsteşarı için az rastlanacak çok ilginç bir durum. Beni gördü. Tanımıyordu. Yanındaki beni tanıyan adam, müfettiş olduğumu söyleyince ismimi not ettirmeden başıyla gayri memnun bir geç işareti yaptı. Çünkü biz doğrudan Bakana bağlı olarak görev yapıyorduk.

Şeref Bey teşkilatçı ve çekinilen bir insandı. Değerli büyüğüm Aclan Akkerman , “Şeref Bey’in taktığı, husumetini kazananlar yanar, iflah olmazlar çünkü adam taktığını, s…tığı yere kadar kovalar” derdi.

Teftiş Kurulundan ayrılıp dış ticarete geçmiş ve Bakanlık Müsteşar Yardımcılığına kadar yükselmiş olan üstadımız Halil Şahin, Şeref Bey’in taktıklarındandı. Öyle ki, en sonunda Halil Bey’i, Trabzon’a Bölge Ticaret Müdürü olarak sürmeye kadar işi ileri götürmüştü.

1978’de Ecevit hükümeti kurmakla görevlendirildi. Bakanlar daha belli olmadan Şeref Bey “ben müsteşarım” diye geldi. Teftiş Kurulu Başkanı Halis Çolakoğlu’nun masasının önüne küçük bir masa koydurdu ve oraya oturdu. Hepimiz şaşkındık. Şaşkındık, çünkü daha Ticaret Bakanının kim olacağı bile belli değildi. Şaşkındık, Teftiş Kuruluna nefretini geçmiş uygulamaları ile göstermiş olan Şeref Bey, tabir yerinde ise Teftiş Kurulunun misafiri olmuştu. Günah mı çıkarıyordu veya başka bir mesajı mı vardı! Bu gün dahi bu sorunun cevabını verebilmiş değilim.

Teoman Köprülüler Bakanımız olarak atandı. Gelip görevine başladı. Müsteşarı hazırdı. Gerçekten ilk çıkan kararnamelerden biri Şeref Bey’in Müsteşarlığa atanma kararnamesi idi.

Memurların çok politize oldukları bir devirdi. Birçok militan kafalı memur bakanlığın başta Anlaşmalar Genel Müdürlüğünün toplantı salonu olmak üzere, salonlarında toplantı üzerine toplantılar yapıyorlardı. Bakanlıktaki makamları aralarında pay ediyorlardı.

Hemen çıkan ikinci bir kararname, sanıyorum biraz Şeref Bey’in de inisiyatifinin dışında Sağır Sami lakaplı birine aitti. Bu kişi adeta bir parti komiseri gibi hareket ediyordu. Ne hikmetse asaleten atandığı Müsteşar Yardımcılığına ilaveten İç Ticaret Genel Müdürlüğüne de vekâlet ediyordu.

Bu zat artık bu toplantı grubunun doğal lideri olmuş ve makam odası tüm kulislerin yapıldığı bir merkez haline gelmişti.

Ben o tarihte, İhracat Genel Müdür Baş Yardımcısı idim. Bir gün Bakan ve müsteşarın olduğu orta bölümü geçerek Teftiş Kurulunun olduğu bölümdeki arkadaşlarımı ziyarete gitmiştim. Dönerken yine bu orta bölümden geçiyordum. Öğle tatili nedeniyle ortalıkta kimsecikler yoktu. Bir ses duydum. “Şişt, Şişt” diye sesleniyordu. Sağıma soluma bakındım. Ses Müsteşar makam odasının aralık olan yan kapısından geliyordu. Bu arada gel işareti yapan bir el gördüm. Etrafta benden başka kimse yoktu. O yöne yürüdüm. Aralıkta Şeref Bey duruyordu. Beni içeri çağırdı. “Yahu sizin altınızdaki sandalyeyi ben mi koruyacağım! Biraz mücadele etsenize” dedi. Anlamamıştım. Neyin mücadelesi dedim. Daha da kızdı. “Siz böyle uyuyun, adamlar kıçınızın altındaki sandalyeyi çekecekler haberiniz yok” dedi.

“Efendim ben devlet memuruyum ne yapabilirim?” dedim. Eliyle “tamam çık git” anlamında bir işaret yaptı.

Aslında toplantılar yapan grup, başlangıçta Şeref Bey’in güdümünde hareket ederken, Sami Güven’in de gelmesi ile kendilerinde Müsteşarı da saf dışı edecek bir güç varlığına inanarak bir müddet sonra Şeref Beyle ters düştüler. Şeref Bey, iktidarına gelmekte olan bu ortağı gördü ve gücü paylaşmak istemediği için mücadeleye başlamıştı.

Bu arada bakanlığın tüm çehresini değiştiren bir atama kararnamesinin Başbakanlığa gönderildiği bakanlıkta kulis bilgisi olarak yayıldı. İhracat Genel Müdürlüğüne, benim Teftiş Kurulundan gelerek Baş Yardımcı olmamı hazmedemeyen ve bu nedenle benimle kısa süre önce tatsız bir münakaşaya girmiş bir militan geliyordu.

Ben bu durumu öğrenince Teftiş Kurulu Başkanı ile görüştüm ve Teftiş Kuruluna dönüş hazırlığımı yaptım.

Tam bu günlerde bir öğlen tatilinde Dış Ticaret Genel Sekreteri Turgut Çarıklı’nın odasında, Teftiş Kurulu Başkanı Halis Beyle beraber oturuyoruz. Kapı açıldı, Müsteşarımız Şeref Bey içeri girdi. Ayağa kalkıp yer gösterdik, kabul etmedi. Turgut Bey’in makam masasının 3 – 5 metre karşısında bulunan yuvarlak toplantı masasının yanındaki bir sandalyeye oturdu. Cebinden sigara paketini çıkardı (Lord sigarası içerdi), içinden bir sigara aldı, yaktı. Dumanını çekip sonra keyifle halka halka bıraktı. Belli, neşesi yerinde idi. Merakla onu izliyor ve ne söyleyecek diye bekliyorduk.

Bizi fazla merakta bırakmadı “Şimdi Şairin (Başbakan Bülent Ecevit’i kastediyor) yanından geliyorum. Masasından bizim bakanlığın toplu atama kararnamesini aldım. Efendim biz bundan vazgeçiyoruz yenisini göndereceğiz dedim. Yırttım attım.” diye neşesinin nedenini keyifli bir şekilde ifade etti. Savaşı kazanmış, militan grubu tasfiye etmişti. O hafta benim İhracat Genel Müdürlüğüne atanmamı da içeren yeni bir kararname Başbakanlığa gönderildi.

Hiç arzu etmememe rağmen 34 yaşında Ticaret Bakanlığı İhracat Genel Müdürü olmuştum.

Ecevit’in güvenoyu alan bu hükümetinden önce güvenoyu alamayan bir Ecevit hükümeti dönemi de yaşamıştık.

Üç hafta süren bu kısa dönemde de Şeref Bey yine Bakandan önce “ben müsteşarım” diye gelmişti.

Bakanımız Ziya Müezzinoğlu idi. Göreve başladığından birkaç gün sonra, ertesi gün yapacağı basın toplantısı için bir konuşma metni hazırlaması için her birimin kendisiyle ilgili bu metne girmesini istedikleri hususları içeren bir not hazırlamaları talimatını aldık.

O gün Genel Müdürümüz Aclan Bey bir ödül töreni için İstanbul’a gitmişti. Bu nedenle, tüm birimlerin Genel Müdürlerinin katıldığı toplantıya İhracat Genel Müdürlüğü’nü temsilen de ben katılmıştım.

Elimizde hazırladığımız bilgi notları ile bakanlık toplantı salonunda Müsteşarın başkanlığında bir araya geldik ve bu notlardan bir konuşma metni hazırladık.

Saat 20.00’dan sonra Ziya Müezzinoğlu geldi. Orasını düzeltti, burasını çıkardı sonra kendi yaptığını hiç beğenmedi. Gece yarısı oldu. Esasen asabi mizaçlı olan Müezzinoğlu başta kendi danışmanı olmak üzere önüne çıkana haksız yere bağırıp çağırmaya başladı.

Şeref Bey araya girdi, “Sayın Bakanım bakın gece yarısı oldu. Arkadaşlar yoruldu. İyi niyetle gayret ediyorlar. Lütfen onlara bağırmayın. Bağıracaksanız bana bağırın. Ben de gerekirse onlara bağırırım” dedi. Sanıyorum Müezzinoğlu bunun üzerine kalkıp gitti.

Sonunda hazırlanan iki sayfalık, orada kime verseniz 1 saatte hazırlayacağı bir metin, Müezzinoğlu’nun gereksiz ve sinir bozan müdahaleleri ile onca deneyimli bürokratı sabahlatmıştı.

Allahtan Müezzinoğlu’lu dönemimiz çok kısa sürdü. Sonra Müezzinoğlu’ndan, o günün hıncını çıkaran bir olaya tanık oldum. Ancak bu, başka bir anlatı konusu olmalı.

Şeref Bey’in bu cesur ve kararlı çıkışı o gün hepimizin içini ferahlatmıştı.

Şeref Bey bir müddet sonra orta elçi payesiyle yurt dışına atanmıştı. Dışişleri Bakanlığı ondan bir Büyükelçiliği esirgemişti. Bu gün acaba o günler için günah çıkarıyorlar mı?

Değerli kardeşim Güzay Güldere’nin cenazesi münasebetiyle Bonn’a gittiğimde Şeref Beyin (2×3) 6m²’lik bir odada oturduğunu görünce içim sızlamıştı. Sonra ben Bonn’da görev yaptığımda orası bizim müşavirliğin dosyalarının, bazı cihazlarının konulduğu bir yer olarak kullanılmaktaydı.

Artık ikimiz de memur değilken Şeref Beyle ilişkimiz ve dostluğumuz sürdü.
Şeref Bey nevi şahsına münhasır (Sui generis) kişilerden biri idi. Her şeyden önce Mülkiyeliliği ağır basan, tuttuğunu koparan, mücadeleci, önüne çıkanı tereddütsüz ezip geçen, ekipçi, hani deyim yerindeyse dost olunması, düşmanlığından sakınılması gereken bir insan, bir yöneticiydi. Köşeli bir insandı. Her kalıba girmezdi.

Bakanlığını, çalışma arkadaşlarını sever, kollar ve onlar için mücadele ederdi.

Şeref Bey’i gıyabında tanıdım, hiç hayırla yad etmedim. Sonra yakından tanıdım. Mesafeli durdum. Sonunda dostu payesine ulaştım.

Türk bürokrasisinde bir iz bırakarak geldi, geçti.

Aydınlıklar içerisinde uyusun.”

Hakkında admin

Türk Dışticaret Vakfı

Cevapla

Scroll To Top