Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors
Son Haberler
Buradasınız: Anasayfa / Haftanın Yazısı / DEVLET MÜSTEŞARLARINI MAHKEMEYE VERİYOR

DEVLET MÜSTEŞARLARINI MAHKEMEYE VERİYOR

1994 yılının ilk günleri gazete manşetleri ve ekonomi sayfaları benzer başlıklar ve haberlerle çıktı: “Devlet, Müsteşarlarını Mahkemeye Verdi”, “Böylesi Görülmedi” gibi başlıklarla çıkan bu haberlerde, çoğu mevcut hükümetin atadığı devletin zirve görevlerinde bulunan birçok bürokratın mahkemeye verildiği yer alıyordu.

 Kimler yoktu ki mahkemeye verilenler arasında: Başbakanlık Başdanışmanı Ali Tigrel; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşarı Mahir Barutçu; , Savunma Sanayi Müsteşarı Yalçın Burçak; Çevre Bakanlığı Müsteşarı Özker Akad; eski bakanlardan Yusuf Bozkurt Özal, eski DPT Müsteşar Yardımcısı Bülent Öztürkmen, Hazine ve Dış Ticaret eski müsteşarı Yavuz Canevi, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Namık Kemal Kılıç ve o tarihte Ulaştırma Müsteşarı olan ben de mahkemeye verilenler arasında idik.

 Gerçekten devlet, adeta kendi üst yönetimi ile davalık hale gelmiş görünüyordu.

 Mahkemeye verilenlerin ortak niteliği, daha önce ihracat uygulamasını yürüten Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı ile ihracatın teşviki konuları görev alanına dâhil olan Devlet Planlama Teşkilatı’nın bu görevle ilgili birimlerinde yetki sahibi olarak görev yapmaktı.

 Suçumuz hayali ihracat yapanlara mani olmamaktı. Yani Ceza Kanunu’ndaki tanımlaması ile vazifeyi ihmal veya vazifeyi suiistimal suçlarından birini işleyerek devletin zararına yol açmaktı. Ancak, adı geçenlerin önemli bir bölümünü oluşturan Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın mevcut veya eski görevlileri için böyle bir suç tespiti yapılmamıştı.

 Ne müfettişlerin, ne mahkemelerin bu kişilerle ilgili sonuçlandırdığı bir işlem yoktu. Yani diğer bir ifade ile bu kişiler herhangi bir şekilde suçlu olarak itham altında değildiler.

 Buna rağmen Maliye Bakanlığı Muhakemet Genel Müdürlüğü hayali ihracat yoluyla devleti zarara uğratan şirketler aleyhine takibe geçip, bunlardan tahsilat yapmak, tahsil edilemeyen miktarlar için ise yapılacak tahkikat sonucunda sorumlulukları görülen kamu görevlilerine yönelmeleri gerekirken işgüzarlıkla henüz daha bu kişilerin suçluluğu ortaya çıkmadan kamu görevlileri aleyhine hukuk davası açmak gibi devlet teamülünde rastlanmayan bir yol izlemişti.

 Durum gerçekten vahimdi. Devletin en üst görevlileri zan altındaydılar. Basın verimli bir kaynak bulduğu için olanca gücüyle konuyu gündemde tutuyordu.

 Adı geçenler, bir araya gelerek ne yapmamız gerektiğini konuştuk. Öncelikle Maliye Bakanlığı’na izledikleri yolun yanlış olduğunu anlatmamız gerekiyordu. Ayrıca, Başbakanla görüşüp ne düşündüğünü öğrenmemizde gerekliydi. Başbakan yapılan uygulamanın hatalı olduğunu kabul etmezse topluca istifamız kaçınılmaz olacaktı.

 Olayların cereyan ettiği tarihte Maliye Bakanı olan İsmet Attila’dan randevu alarak ziyaretine gittik. Bakan konuyu bildiği için Muhakemat Genel Müdürlüğü yetkilileri de görüşmede hazırdılar. Ayrıca hepimizin tanıdığı ve çoğumuzun arkadaşı olan Maliye Müsteşarı Kemal Kabataş da bu görüşmemize katılmıştı.

 Bakana yapılan işin yanlışlığını ve buna rağmen gizli tutulması gereken bu durumun tüm ayrıntıları ile basına servis edilmesinden duyduğumuz rahatsızlığı ifade ile bu durumun düzeltilmesi ve yaratılan mağduriyetlerin telafi edilmesi talebimizi ifade ettik.

 Muhakemat Genel Müdürlüğü yetkililerinin sorumluluktan kurtulmak için böyle alelacele iş yaptıkları, ifadelerinden anlaşılıyordu. Ayrıca, olayın anında basına servis edilmiş olmasından dolayı da özellikle, onlara yönelik ifadelerimiz ister istemez biraz sert oluyordu. Bir ara ortam gerginleşti. Bakan ve Müsteşar sakin bir şekilde dinlemeye gayret ediyorlardı. Özellikle Bakan ortamı yatıştırmaya çalışıyordu.

 Yanlı da olsa bir adım atılmıştı. Şimdi atılan adım nasıl geri alınacaktı. Sorun buydu. Açılmış bir davayı geri çekmekten çekiniyorlardı.

 Bu davanın sanki birilerinin kişisel meselesi gibi ele alınıp, memuriyet adabına yakışmaz şekilde yanlı davranıldığı, gizli kalması gerekli bilgi ve görüşmelerin basına sızdırıldığı yönünde duyduğumuz kuşkularımız kısa zamanda çıkan bir haberle de teyit edildi.

 Biz Maliye Bakanını 14 Ocak 1994 günü ziyaret etmiştik. O gün Bakanla yaptığımız görüşmede bizlerin dışında Maliye Bakanı, Maliye Müsteşarı, Muhakemat Genel Müdürü ve bu genel müdürlükten bir yetkili dışında kimse bulunmuyordu. O gün bir arkadaşımızın söylediği “Çocuklarımız okullarında çok güç durumda kalıyor. Okul arkadaşları çocuklarımızla alay ediyor” ifadesi Çiğdem Toker isimli gazetecinin 21 Ocak 1994 tarihli Hürriyet Gazetesinde yer alan haberinde aynı ifadelerle yer alıyordu. Haber Muhakemat Genel Müdürlüğü yetkililerinin o günkü toplantı da ifade ettikleri görüşleri de dile getirmesi itibariyle kaynağını hiçbir yanlış anlamaya yer vermeyecek şekilde açık ve net bir şeklide ortaya koyuyordu.

 Bu duruma sessiz kalmadık ve aynı gün Ertuğrul Önen, Mahir Barutçu, Özger Akat ve Ali Tigrel’in müştereken imzaladığı bir yazı ile Maliye Bakanının bu duruma dikkatini çekerek   “sır tanımayan, memuriyet adabına göre hareket etmeyen bu kişiler” hakkında yasal işlem yapılmasını talep ettik.

 Sezgilerimiz bizi yanıltmamıştı.

 Bu arada bir bölümümüz Başbakanla, bir kısmımız ise Başbakanlık Müsteşarı ile görüştük. Başbakanlık Teftiş Kurulu, Hazine ve Dış Ticarette çalışanlar için Maliye Bakanlığına kesinlikle dava açılması yönünde bir görüş ve talimatları olmadığını, DPT mensupları içinse önce şirketler aleyhine takibata geçilmesini ve bunlardan tahsil edilemeyen miktarlarla ilgili olarak da anılan kişilerden sorumlulukları oranında talepte bulunulmasını bildirdiklerini ifadeyle Maliye Bakanlığı’nın yaptığı işlemin yanlış olduğunu belirtiyordu.

 Sonuçta Maliye Bakanlığı, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı mensupları için yapılan işlemin yanlışlığını kabul ederek Başbakanlığa bunu bildirmiş ve bizzat Başbakanın onayı ile Başbakanlıkta aynı görüşü paylaşarak hakkımızda açılan davalar müracaata bırakılarak düşürülmüştür.

 Ancak, olan bize oldu. Sinirlerimiz bozuldu. Günlerce asıl işimiz yerine bu konuyla uğraşmak durumunda kaldık ve en kötüsü, hiçbir kusurumuz olmamasına rağmen kamuoyunda devlete zarara uğratan hayali ihracata engel olmayan kişiler olarak teşhir edildik.

 Bu yanlış uygulamaları yapanların ise yaptıkları her zamanki gibi yanlarına kar kaldı.

O.Ertuğrul Önen

Hakkında admin

Türk Dışticaret Vakfı

Cevapla

Scroll To Top